Erken Cumhuriyet Döneminde Türk-İtalyan İlişkilerinin Analizi
Kemalist düşüncenin, faşist dünya görüşüyle benzeştiği iddiasına, özellikle post kemalist literatürce sunulan belki de en önemli “delliler”den birisi erken cumhuriyeti dönemindeki Türk-İtalyan ilişkileri ve bu ilişkilere biçilen sözde samimiyet nüveleridir.[1] Tabiki, genelde lise öğrencisi bile bu ilişkilerin gergin ve düşmanca tutum içerisinde şekillendiğini bilir ki bu yüzden ters yönde argümanlar son derece marjinal kesimlerce canhıraş biçimde mütemadiyen dile getirilir durur.[2] Bu makalede ise öz bir biçimde bu ilişkilerin muhtevasını göstermeyi hedefliyorum, bunu amaca doğru yönelirken de hem Atatürk’ün sözlerinden hem de resmi belgelerden yararlanacağım.
Başlamadan önce çok basit bir metodolojiyi hatırlatmayı kendime borç bilirim. Diplomasi, ethosu açısından bir pragmatizm sanatıdır, iki ülke her ne kadar düşman olursa olsun, diplomatik resmi temaslarında birbirlerine övgüler dizmekten, jestler yapmaktan kaçınmayacaklardır. Belki de bunun önemli bir kanıtı Soğuk Savaş döneminde Doğu-Batı bloğu arasında resmi temasların, reel-politikle ne kadar zıt olduğudur. Bir sosyal bilimciye düşen, bir diplomatın resmi diplomatik bir mesai ve vesileyle kibarlık ve adaba uymak için söylediğini gerçek olarak ele alıp bunun üzerine bir tarih kurgusu inşaa etmek olmamalıdır; tabiki bunu da göz önünde bulundurup, defacto reel politiğe, devletlerin kendi içlerindeki diplomatik yazışmalarına, liderlerin diplomatik mesailer dışında, samimiyetle gerçek niyetini ortaya koyan konuşmalarına göz atılmalı ve en önemlisi uluslarası konjonktürde uygulanan diplomasiye bakılmalıdır. Yukarıda ifade edilen hatalı ve hatta trajikomik yaklaşımın vereceği sahroşluk, muhtemelen 1970’lerin ABD-SSCB detantının aslında bir saimimi dostluk olduğu yanılgısına sevk bile edebilir.
Öncelikle, Atatürk’ün şahsi düşünceleri ile başlamak istiyorum; evvela Atatürk’ün İtalya ve bilhassa Mussolini hakkında kanaatleri neydi? Bunu ortaya koymak zor olmasa gerek. Atatürk 1938 yılında, yakın dostlarıyla bir görüşmesinde şöyle konuşur: “İkinci büyük bir harp karşısında kalacağız. Dünyaya hakim olan milletleri idare edenlerin arasından ne yazık ki birinci derece devlet adamı çıkmıyor. (Hitler’le Mussolini’ti kastederek) Avrupa'da birkaç maceraperest Almanya ile İtalya'nın başında cebren bulunuyorlar. Karşı karşıya geldikleri zayıfa devlet damların aczinden cüret alıyorlar. Bunlar bugün dünyayı kana bulamaktan çekinmeyeceklerdir.”[3] Atatürk bir başka vesileyle şöyle konuşur: “Halbuki, inkılabımızın tam dönüm anında topraklarımıza göz dikerek saldırmak isteyen düşmanın, dini ele alarak birçok fitne ve fesatla halkı aldatmaya kalkıp, türlü entrikalar çevirmekten çekinmeyeceği de muhakkaktır. Biliyor musunuz ki, Mussolini peşindekilerle buraya gelirse, nasıl gelecektir? Önünde dervişler, hacılar hocalarla gelecektir. Din adamlarını elinde silah olarak kullanacaktır.”[4] Sabiha Gökçen’in aktardığına göre Atatürk aynı şekilde Hitler hakkında da şöyle konuşur: “Almanya'da Hitler'in yaratarak geliştirmekte olduğu nazilik de faşizmin bir başka, bir büyük tehlikeli benzeridir.Hitler bir ırkçıdır. Dikkat buyurunuz, milliyetçidir demiyorum, ırkçıdır diyorum. Alman ırkını en üstün ırk olarak gören bir delidir. Bütün Alman gençliğini peşine takmış, onlara bu ideali aşılamıştır.”[5] Atatürk’ün başka bu minvalde sözleri de mevcuttur, fakat sanıyorum ki bu sözler açıkça Atatürk’ün tavrını ortaya koymaktadır. Peki, realitede Atatürk’ün bu tavrı nasıl tezahür etti?
En baştan şunu ifade etmeliyiz ki, her ne kadar resmi olarak ifade edilmese de İtalyanların Akdeniz’deki emperyalist emelleri Türkiye’de kaygıyla hissedilmekteydi.[6] Türkiye üzerindeki bu emeller her ne kadar kamuya açık biçimde ve dejure bağlamında ortaya koyulmasa da Mussolini’nin yakın çalışma arkadaşı ve hatta belki de Faşist İtalya rejiminin en önde gelen ideologu konumundaki, Gabriele D’annunzio İtalyan yayılmacılığının hedefi olarak Anadolu’ya işaret etmekteydi:
“İlk insanın ve medeniyetin beşiği telakki edilen bu memleketler bu gün asıl sahiplerini tekrar oralara dâvet ediyor. Ve bir zamanlar Viyana’yı bile kuşatarak Orta Asya’da medeniyeti kaldıran vahşi Müslümanlar, geldikleri Asya’ya geri göndermemizi bizden istiyor... İtalya’nın siyasi önderleri ihtiyatlı bir dil kullanmak mecburiyetinde bulunuyorlar. Oysa bir şair için bu gibi kayıtlar söz konusu olamaz. Mefkûreler kontrole tâbi olamaz. Bundan dolayıdır ki, sözümü bütün millete hitap ederek beyan ediyorum ki, başvekilin geçen sene söz ettiği randevu yeri Allah’ın yemiş veren, yemyeşil, bereketli bahçesi olan ‘Anadolu’dur. Geliniz! İsteyiniz! Alınız! O sizin olacaktır.”[7]
Bu konuda dönemin Rodos Konsolosu Cavit Bey’in gizli raporları, en azından Türkiye’nin İtalya’yı bir tehdit olarak görüp görmediği hakkında bize net bir kanıt sunabilir. Bu raporları zaten yayınlamıştık[8], buna rağmen bu raporlardan bazı ifadeleri nakletmekle burada yetineceğiz:
“Binaenaleyh; karşımızda seferberliğini tamamlamış Faşist düşmandan, Habeşistan dönüşü İtalyada topladığı kuvvetlerini Rodos ve diger adalara uğratmadan doğruca sahillerimize çıkarması ve adaları ancak askeri hareket başladıktan sonra tayyare ve donanması ve memleketimize soktuğu kuvvetleri için bir üssülhareke olarak kullanması beklenebilir.”
“Adalara gelen zabitlerin Rodos'da otomobillerle gezintilerinde sahillerimize bakarak (Habei seferiyle iş bitmiş olmyacak, buralara da sıra gelecektir.) diyerek konuşduklarını muhbirimze daima şoförler tarafından bildirilmektedir. Bugün de limanda bulunan iki tahtelbahirin diğer ü. tahtelbahirle adalarla sahillerimiz arasında denizin derinliğini ölçmek için bu havaliye gönderilmiş olduğu haber aldım. Rodos'un yüksek tepelerine konulmak üzere geçen hafta Rodos 'daki Plimiri limanında bir italyan vapurundan üç tayyare topu çıkarılmış olduğunu işittim. Bu haberi Yunan Konsolosu de teyid etti. Büyük otelde ve İtalyan Serklinde henüz Habeş meselesinin ne olacağı kesdirilmeden Türkiye seferinden de bahsedilmekde olduğunu her tarafda işitmekteyim. İtalya’nın Habeş 'deki kuvveti en ziyade iki yüz bin olduğu halde İtalya'da hazır bulundurduğu ve daima arttırdığı külliyetli askerin sebebi vücudu italyanların yalnız Habeş seferile iktifa etmiyeceklerini gösteren bir delildir.”[9]
Konsolos Cavit bey İtalya’nın Türkiye için çok ciddi emperyalist emellere haiz olduğunu bizzat birinci elden görmüş ve gizli raporlarıyla bunu Ankara’ya aktarmıştır. Peki bu resmi raporlar Ankara nezdinde kaale alınmış mıdır? Görebildiğimiz kadarıyla, evet. Zira dönemin Dışişleri Bakanlığı Umumi Katip Birinci Muavini M. Emin Türkgeldi, bu raporları bizzat kendisi Tevfik Rüştü Aras’a yollamış ve bu raporların ilişiğene koyduğu yazışmasından Cavit Bey’in son derece ciddiye alındığı anlaşılmaktadır.[10] Nitekim Türkgeldi, yazışmasında “Bunda münderiç Askeri malumat genel kurmaya bildirilmiştir.” Diyerek, İtalya’nın askeri saldırı niyetlerinin kesinlikle ciddiye alındığını ve Cavid Bey’in raporlarının Genelkurmay’a yollandığını ortaya koyar. Daha da ötesi bu raporlardan 1.5 ay sonra İsmet İnönü, bir telgrafında, muhtemelen bu raporların kendisine sağladığı bilgiler bağlamında, “Adalarda ardı arası kesilmeyen faaliyetleri sükunetle seyretmek güçtür.”[11] diyerek adalardan gelebilecek İtalyan tehlikesine dikkat çekiyordu.
İtalya’nın bir tehdit olarak tahayyülü bu dönemde sıklıkla resmi raporlarda veya demeçlerde rastlanan bir olgudur. Örneğin, İsmet İnönü TBMM konuşmasında şöyle der: “ İtalya ile münasebatımızda esas mesele emniyet meselesidir.”[12] Daha da öteye gidersek, İsmet İnönü’nün 12 Temmuz 1936 tarihinde, Möntro Konferansı sırasında Tevfik Rüştü Aras’a yolladığı şu gizli telgraf, hiç ama hiç şüpheye bırakmayacak şekilde Türkiye’nin İtalya’yı esasen en büyük dış politik tehdit olarak ve son derece düşmanca gördüğünün apaçık kanıtıdır:
“Türkiye’nin en önemli ve belki bu gün için yegâne meselesi, Akdeniz emniyeti ve İtalya ihtirasatı meselesidir. Müstakbel, belki yakın harbi umumide İtalya’nın hangi grupta bulunacağı henüz belli değildir... İtalya bitaraf kaldığı halde, mutlaka bitaraf kalmalıyız. İtalya harbe girdiği halde, yine bitaraf kalıp kuvvetimizi muhafaza etmek en faydalı yoldur. Eğer İngilizler veya Ruslarla şimdiden uzun müddetli, İtalya’ya karşı emniyet için, bir taahhüdümüz olsaydı bu hazır ve esaslı faydaya mukabil müttefiklerimizin müstakbel büyük harpteki risque’lerine iştirak edebilirdik. Halbuki Rusya ve Fransa, İtalya’yı gücendirmemek için, en basit muahedelerden içtinap ettiler. İngiltere, kendi istediği zaman için, bu imkânı kendine mahsus olarak muhafaza etmek istiyor. Türk noktai nazarından bir taahhüde girmekten dikkatle içtinab ediyor.”[13] Görülebileceği gibi, İsmet Paşa, büyük devletlerin İtalya aleyhine bir faaliyete girmekten çekindiğini ve bunun kendilerini gayrimemnun kıldığını ifade etmektedir. Atatürk ise bu dönemde Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a şu cümleleri söyleyerek açıkça İtalya’nın olası bir saldırısına karşı “mütemadiyen uyanık” ve hazırlıklı bulunulması gerektiğine dikkat çeker:
“Bizim için sulh esastır; fakat Mussolini bize taarruz etmek cinnetine kapılırsa, sahillerimize bir çıkarma yaparak gelmelerini temenni ederim. Sahillerimiz açıktır, arazi itibarıyla müsait gördükleri herhangi bir bölgeye, her zaman bir çıkarma yapabilirler, buna mâni olamayız. Yalnız asıl çıkarma yeri belli olduktan sonra, bütün kuvvetimizi toplayıp üzerlerine gider, gelenleri behemehal denize dökeriz. Bu suretle yurt korumaktaki eşsiz azim ve kudretimizi cihana, bir kere daha göstermiş oluruz. Fakat böyle bir şey yapamazlar çocuk! Türkiye’ye karşı bir harekete karar verirlerse, ilkin Arnavutluk’a asker çıkarmak ve orayı işgal etmekle işe başlayacaklardır. Bunu kolayca yapacakları âşikardır. Ondan sonra da Bulgarlarla iş birliği teminine ve Bulgarlarla beraber Boğazlara inmeye, diğer Balkan devletleriyle irtibatımızı kesmeye gayret edeceklerdir. Bence taarruzu oradan beklemek ve tedbirlerimizi ona göre alıp mütemadiyen uyanık bulunmak gerektir.”[14]
İtalya’nın Balkanlar’da bir pakt örgütleme fikriyse Türk diplomasisi nezdinde Balkan Antantı ve Türkiye’ye bir tehdit olarak anlaşılmıştı. 16 Şubat 1935 tarihinde, Yunanistan Büyükelçisi ile görüşen Numan Menemencioğlu ona şöyle diyerek böyle bir girişimi reddeder: “Biz zaten en kuvvetli bağlarla birbirimize merbut iken aramıza İtalya’yı almakta hiç bir faydamız mutasavver değildir. Halbuki böyle bir misaka girmekle Balkan ittihadını dağıtmış oluruz.”[15] Nitekim, kesin olmamakla beraber İtalya’nın böyle bir teklifinin, Türkiye’yi yalnız bırakma ve Balkan Antantı’nı bozma amacında olabileceğini, Tevfik Rüştü Aras, bir telgrafında şöyle dile getirir:
“ bu plan Türkiye’ye emniyet namı altında Türkiye’yi çevirme ve herhangi bir bedbaht şeraitin husulünde ölçüsü imkân ve zamana tabi evvelemirde Türkiyeye suikast eden bir netice itibariyle yapılmak üzere bulunan Balkan vahdetini de yıkan bir tertiptir ”[16] 1934 yılını özetleyen ve İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na yolladığı gizli raporunda İngiliz Büyükelçisi Loraine İtalya-Türkiye ilişkileri hakkında şunları kaydeder:
“İtalyan saldırısı korkusu, yıl boyunca Türk zihninde ve Türk dış politikasının yöneliminde baskın bir faktör oldu.(…) İtalya'nın son beş yılda Oniki Ada'da Türk ana karasına yakın müstahkem bir deniz üssü oluşturmasını endişeyle izlediler; 1933'te Dörtlü Büyük Güç Paktı'nın imzalanmasına yol açan İtalyan girişimine öfkelendiler; Balkanlar'daki İtalyan politikasında ve İtalya'nın revizyonizmi savunmasında bir tehdit gördüler; Sinyor Mussolini'nin Mart ayında yaptığı bir konuşmada İtalya'nın Afrika ve Asya'ya doğru ilerleyeceğinden bahsetmesi şüpheleri daha da artırdı.(…)
8. İtalya'ya duyulan güvensizliğin Türkiye'yi Birleşik Krallık'la daha yakın bir ilişkiye itmiş olması muhtemeldir. Aynı güvensizliğin onu anti-revizyonist devletlerin kampına getirdiği kesindir; Fransız-Sovyet yakınlaşmasının büyük ölçüde kolaylaştırdığı bir süreç olan Türkiye'yi Fransa'nın güvenlik yörüngesine çekti, Türkiye ile Yugoslavya arasında adı dışında her şeyiyle bir ittifak oluşturan yakın ve samimi anlayışın hızla büyümesini zorunlu kıldı; Türkiye'yi dörtlü Balkan Paktı'nın oluşumunda öncü yapan dürtüyü sağladı ve Yunanistan ve Romanya ile zaten iyi olan ilişkilerinin güçlenmesini sağladı. Orta Avrupa'da Küçük İtilaf, Almanya ve Macaristan karşısında revizyonistlik karşıtıdır. Güneydoğu Avrupa'da Balkan Paktı, İtalya, Macaristan ve Bulgaristan'a karşı revizyonist değildir. Aynı güvensizlik, Türkiye'yi, Akdeniz'de çok taraflı bir karşılıklı garanti paktının imzalanması için elinden geldiğince ısrarla baskı yapmaya teşvik etmeye devam edecek.”[17]
1930’lu yıllar uluslarası açıdan iki kutupla bir dünya üzerinde şekilleniyordu: Statükocular(anti-revizyonistler) ve Anti statükocular(revizyonistler). Statükocular ifadesini Milletler Cemiyeti etrafında buluyor ve mevcut uluslarası sınırların, anlaşmaların ve dünya düzeninin muhafaza edilmesini, yani status quo savunuyorlardı. Anti statükocu, veya başka bir deyiş ile revizyonistlerse, uluslarası sınırlarda ve anlaşmalarda ciddi tadil ve revizyonlar talep ediyor ve bu revizyonların da kendi yayılmacı emelleri bağlamında inşaa edilmesini istiyordu.[18] Bu ülkelerse; Almanya, İtalya ve Japonya, Bulgaristan, Arnavutluk, ve Romanya…dır. Türkiye ise çok açık bir biçimde uluslarası status quo lehinde yer almış ve revizyon talep eden yayılmacı güçlere karşı, kararlı biçimde tepkisini koymuştur. Tevfik Rüştü Aras bu hususta Türk diplomasisinin tercihini, 27 Kasım 1933 tarihli ifadesiyle açıkça ortaya koyar: “Biz Türkler gerçekte antirevizyonistiz. Kimseden bir şey istemiyoruz... Antlaşmaların özüne (uymanın) uluslararası alanda iyi ilişkiler için en iyi temel olacağına inanıyoruz.”[19] Türkiye bu dönemde eşit mertebedeki uluslar arasında, ırk fark etmeksizin barışçıl ve eşit bir iş bölümü tahayyül etmekteydi. Nitekim, bu tahayyülü en iyi Atatürk’ün şu sözlerinden anlayabiliriz: “Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelik olarak vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen mânileri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı geçecektir. Size bu sözleri söyleyen Cumhurreisi değil, sadece Türk milletinin bir ferdi olarak Mustafa Kemal'dir. Bu hususa bilhassa nazarı dikkatinizi çekerim.”[20]
Keza, Türkiye’nin anti revizyonist pozisyonunu, dönemin İngiliz Büyükelçisi Sir Percy Loraine, İngiliz Dışişleri Bakanı’na yazdığı raporda şöyle ifade eder
“Kemalist Türkiye'nin son birkaç yıldır, belki de beklenmedik bir şekilde, dünyanın bu bölgesindeki uluslararası politikada aktif, güçlü ve öncü bir rol oynadığı kanımca kanıtlanmış bir gerçektir. Benim görüşüme göre bu aynı zamanda genel anlamda faydalı bir rol de oldu; temel amaç yurt içinde güvenlik ve istikrar, yurt dışında ise barıştı. 5. Ancak beni özellikle etkileyen şey, Türkiye'nin uluslararası ilişkiler alanındaki ihtiyaç ve isteklerine ilişkin anlayışının (önceki paragrafta bahsedilen iki önemli düşünceye dayanan bir anlayış) uygulanması sırasında ortaya çıkmasıdır. uygulamada, Türkiye'nin dış politikasının bugün Türkiye'nin eski düşmanlarının dış politikalarına eski müttefiklerine kıyasla çok daha yakın olması sonucunu doğurdu. Türkiye aslında anti-revizyonisttir; Milletler Cemiyeti yanlısı; kendi sınırlarıyla yetiniyor; Güçlerin karşıt kamplara veya bloklara bölünmesine düşmandır; uluslararası işbirliğinin savunucusudur; uluslararası sürtüşmelerin azaltılması için çalışır, dengeli bütçelerden ve istikrarlı para birimlerinden yanadır. 6. Modern Türk idealist değildir.(Eklemem: burada idealizmi, romantizm anlamında okumak gerekir.) Türk işlerinin bütünü üzerindeki kişisel etkisi hafife alınamayacak olan Gazi, muhtemelen günümüzün en inatçı, en pratik gerçekçilerinden biridir. Türk politikasının yol gösterici ilkesinin, romantik, mistik ya da doktriner idealizmden ziyade, gerçek çıkarların soğukkanlılıkla değerlendirilmesi süreciyle gelişmesi gerektiği bana göre çok daha anlamlıdır.”[21] Keza, aynı raporda Loraine, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın kendisine İtalya’nın yayılmacı emellerinin hissettirdiği tehdit hasebiyle, Türk Hava Kuvvetlerindeki uçak sayısının iki katına çıkarılacağını söylediğini ifade eder.[22]
Bu dönemde Türkiye açıkça uluslarası status quo’yu şiddet yoluyla sarsmaya çalışanlara tepki koymuştur.[23] Bunun tipik bir örneği, İtalya’nın Habeşistan’ı işgaline Türkiye’nin tepkisidir. İtalya’nın saldırısı sonrası, Habeşistan Türkiye’den yardım talep eder ve 10 Temmuz 1935 tarihinde Türk Hariciyesi bu isteğe şöyle yanıt verir: “Bu yardım için Cenevredeki Salibiahmer Merkezi umumisine müracaat etmeleri muvafık olur. Orası ittihada dahil olmak itibarile bizden de muavenet isteyecektir. O vakit elimizden geleni yapacağımız tabiidir.”[24] Bu cevap, dönemin Türk diplomasisinin karakteristik özelliğinin kusursuz bir örneğidir. Bu yardım talebine, Türkiye yalnız kalma ihtimali pahasına, derhal yardım yollayarak cevap vermiyor; soğukkanlı ve sakin bir biçimde Cenevre’ye müracaat etmelerini tavsiye ediyor ve eğer uluslarası anti revizyonist camia buna olumlu bakarsa, Türkiye’nin de onların yanında, Habeşistan’a elinden gelen yardımı yapacağını bildiriyor. Yani, yalnız kalmama ve uluslarası sosyete ve Milletler Cemiyeti’ne sadık bir yol çizgisi mevcuttur. Milletler Cemiyeti ve onun merkezindeki anti-revizyonist güçler, İtalya’nın bu emperyalist hamlesine tepki gösterince Türkiye de tepkisini ardına koymamıştır. İşte, söz konusu dönemdeki Türkiye-İtalyan ilişkilerinin kavranabilmesi için Türk tarafının Habeş işgaline reaksiyonunun tüm boyutlarıyla ortaya koyulması zarurettir. Bu tepkinin muhtevası sanıyorum ki iki parça belge ile açıklığa kavuşabilir. İlk belge 7 Aralık 1935 tarihli olup, “İtalyan Habeş ihtilafına karşı İngiltere ve Türkiye’nin alacağı tedbirler hakkında Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne göndereceği cevap taslağı” başlığını taşımaktadır. Anlaşılacağı üzere, Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne, bu duruma karşı aldığı pozisyonu ortaya koymak için hazırlanan bir belgedir. Bu belgenin tamamını eksiksiz aktarmakta çok büyük bir fayda görmekteyim:
“Hariciye Vekili, Ekselans Sir Percy Loraine‘nin Britanya hükümeti kiraliyyesi namına yapdığı teklifi almakla müşerref olmuştur. aruzzikir teklifde izah edilen mülahazatı arizuamik tetkik ve Reisicumhur Hazretlerile Heyeti Vekileye arz ettikden sonra Tevfik Rüştü Aras, Cumhuriyet Hukumetinin vaki talep hakkında noktayı nazarını ,Ekselans Ambassadöre bervechizir iblaga müsaraat eyler. Bu noktainazarın Balkan Misakı devletlerinin kine mutabıkıtır.
İtalyaya karşı alınacak tedbirler ihtimali iki ayrı noktayı nazardan derpiş edilmelidir.; evvela askeri sanksiyonlar, saniyen: İtalya tarafından Akvam Cemiyetince iddar edilen ekonomik ve finansal sanksiyonların tatbikinden müştereken mesul, mezkur Cemiyet azasından birine tevcih edilecek taarruz neticesi olarak, kuvvete müracaat. Bu tefriki yaparken ,Cumhuriyet Hükümeti şunu kayıt etmeği lüzumlu görür ki, birinci vazieyyette, aza devletler için (oportünité)si kendi taraflarından serbestçe münakaşa ve tasvip edilmedikce bu kabil sanksiyonlara otometik olarak iştirak etmegi icap ettiren hiç bir mecburiyet yoktur. Bu mülahazaya, Türkiyenin Cemiyeti Akvama girdigi sırada yapdıgı reservelerden inbias eden mülahazatı da inzimam ettirmek gerektir.
İkinci vaziyete gelince ,Cemiyeti Akvamca tekarrür ettirilen ekonomik ve finansal sanksiyonları digerlerile müstereken tatbik eden azadan birine kargı misakşiken devletin bir taarruzu muvacehesinde ,azanın müşareketine mütedair bulunan misakın on altinci maddesinin üçüncü fikrasının derpiş ettigi tedbiri tatbik etmegi Türkiye Cumhuriyyeti teaahüt etmiş bulunmaktadır.
Britanya hukumetince derpiş edilen ihtimal tabiatile bir italyan taarruzu ihtimali olacagına göre, Cumhuriyet Hukumeti, mevzubahis taaruza maruz devlete müşterek bir hareketle yardım için Misakı sadıkane tatbik edecegini daha şimdiden beyan edebilir.
Bunda, Cumhuriyet Hukumeti, Britanya Hukumetinin ,derpis edilen tedabirin münferit ve hususi bir şekli tatbik degil fakat her zaman ahvalı mümasilede neticelerini verecek layetegayyer bir prensip oldugu şeklindeki tarzı telakkisi ile temamen mutabiktır. Türkiye tarafından güdülen “cemiyeti Akvama müzaheret politikası, Britanya notasında izah edilen vaziyette tam tatbikini bulmus olacaktır.
Cemiyet azasının İtalya Habeş ihtilafını durdurabilmek için sarf ettikleri mesaiyi Türkiye yine bu politika zaviyesinden derpiş etmektedir. Ister mutearrıza karşı bir hareket, ister alınmış ve alınacak tedabirin menşei olan ihtilafin serian halline matuf mesai olsun, Türkiye Cumhuriyyeti Cemiyeti Akvam azasını aynı müşareketin vazifesinin bagladigı kanaatindedir.
Muhtemel müşterek harekatı hemahenk kılmak ve azami tesirini istihsal için ,erkânıharbiyyeler arasında temas ve görüş teatisi en eyi usul adolunabilir. Bunun içindirki Britanya hukumetinin tebliginde işaret olunan kuvvet ve vasitalardan istifade olunmasina ve teşriki mesaiye mütedair mesailin bu kabil temaslarla hal edilmesi muvafik bulunmaktadır. Bunu evla bittarik icap ettiren bir cihet de teessüs eden teşriki mesainin sanksiyonlara veya elyövm mevzu bahis müşterek müdafaa tedabirine iltihak eden devletlere karşı italya tarafından bir tecavüz tehlikesi baki kaldıkca devam etmesinin bir emri tabi olunmasıdır.”[25]
Yukarıda aktardığımız belgenin en can alıcı noktası, “Britanya hukumetince derpiş edilen ihtimal tabiatile bir italyan taarruzu ihtimali olacagına göre, Cumhuriyet Hukumeti, mevzubahis taaruza maruz devlete müşterek bir hareketle yardım için Misakı sadıkane tatbik edecegini daha şimdiden beyan edebilir.”ifadesidir. Aynı şekilde, belgenin son cümlesinden de anlaşılacağı üzere, bu eksendeki yaptırımların bir italyan tehlikesi “baki kaldıkça devam etmesinin” şart olduğu ifade edilmektedir. Peki, Türkiye Cumhuriyet’i Milletler Cemiyeti’ne yolladığı notada ifade ettiği gibi aktif olarak İtalya’ya tepkisini ortaya koydu mu? Evet. Bakanlar Kurulu Kararı ile Faşist İtalya’ya uygulanan yaptırımların belgesini de tamamen aktarmak isterim:
“İtalya-Habeş harbi dolayısile Akvam Cemiyetince kabul ve âza devletlere teklif edilen tedbirlerin tatbiki hakkındaki 13/I1/935` tarih ve 2844 sayılı kanunun verdiği salâhiyete istinaden İrtibat Komitesi tarafından Cenevrede kabul edilen:
1- Esliha,mühimmat ve harp malzemesi addedilen maddelerin İtalyaya ihracının men olunmasına dair olan sureti bağlı II/10/935 tarihli birinci teklif,
2- italyaya kredi açılmaması ve ikrazatta bulunulmaması hakkındaki I4/10/ 935 tarihli ikinci teklif,
3- italyadan altın ve gümüş nakit ve külçelerinden maada her dürlü maddelerin ithalinin men olunması hakkındaki 19/10/935 tarihli üçüncü teklif,
4- Bazı mahsullerin italyaya ihracının men'i hakkındaki 19/10/935 tarihli dördüncü teklif,
5- Akvam Cemiyeti âzası devletlerin pakdan I6 ıncı maddesi mucibince ittihaz edecekleri iktisadi ve mali tedbirlerin tatbikinde bir birlerine muzaheret etmeleri hakkındaki 19/10/935 tarihli beşinci teklif hükümlerinin resmi müesseselerimizce olduğu gibi Türkiyede mevcut bütün hususi müesseseler ve herkes tarafından tamamiyle tatbiki ve beşinci teklifde yazıla karşılıklı muzaheretin temini için tavsiye edilen tedbirlerin ittihazı ve bu hükümlerin tam tatbik ve icrası hususunda bütün devlet müeaseselerinin itina göstermesi ve bilhassa Adliye, Müdafa, Dahiliye, Hariciye, Maliye, İktisat, Gümrük ve İnhisarlar ve Ziraat vekilliklerinden kendilerine taalluk eden hususlari takip etmeleri; Hariciye V.nin I5/ II/935 tarih ve 23816/626 sayılı tezkeresi üzerine İcra Vekillerince 15/II/935 de onanmışdır. 15/II/935”[26]
Kararın altında da Atatürk ve tüm Bakanlar Kurulu mensuplarının imzaları mevcuttur. Bu iki belge, Türk hükümetinin faşist italya’ya karşı eleştirel bakışı ve Cemiyeti-i Akvam’ın anti-revizyonist politikasına bağlılığının en açık kanıtıdır. Nitekim bu dönemde Türkiye’de birtakım Faşizm propaganda girişimlerinin yasaklanması da bu tutumun bir yansıması olsa gerek.[27]
Tabiki bu dönemde başta İngiltere ve Fransa olmak üzere anti-revizyonist ülkelerin, yayılmacı devletlere karşı uyguladığı ve ne olursa olsun bir savaşı engelleme prensipi üzerine müstenit “Yatıştırma (Appeasement)” politikaları sebebiyle bahsi geçen yaptırımlar çok uzun süre yürülükte kalmamıştı[28] zira aynı şekilde İngiltere ve Fransa, İtalya’nın Almanlarla tam bir ittifak kurmasını engellemek için daha tavizkar davranmak zorundaydı. Bu bağlamda İngiltere, İtalya’ya yaptırımlarını Temmuz 1936’ının başında kaldırdı. Fakat, Türk hükümeti ve bilhassa Cumhurbaşkanı Atatürk, gerek bu eksende bir yatıştırma politikasına gerek de yaptırımların kaldırılmasına karşıydı. Öyle ki İngiltere’nin, İtalya’ya yaptırımları kaldırdığını ve yaptırımlar için Türkiye’ye verdiği garantiyi geri çekmesinin ardından Türkiye’nin İngiltere Büyükelçiliğine teslim ettiği cevap notasında, bu olgu anlaşılabilir. Bu notayı bizzat ve tek başına yazan, dönemin Dışişleri’nin üst düzey diplomatı Feridun Cemal Erkin’in aktardığına göre, Atatürk bu notanın temel mesajını kendisine aynen şu sözlerle emretmişti: “Müeyyidelerin(yaptırımların) kaldırılması her türlü tehlikenin sona erdiğine hükmetmek için yeterli bir sebep değildir. İngiltere Hükümetinin bize verdiği garantiyi geri çekmesine rağmen, Türkiye, müeyyidelerle(yaptırımlarla) ilgili her türlü İtalyan eylem ve saldırısına karşı Büyük Britanya'ya garantisini tek taraflı olarak muhafaza edecektir."[29] Bu bağlamda Atatürk’ün talimatı üzerine Erkin’in İngiltere Büyükelçiliğine yollanması amacıyla kaleme aldığı Nota’da yaptırımların kalkması için daha erken olduğu, zira İtalyan tehlikesinin sürdüğü ifade edilmekteydi.[30] Bu notadan 4 gün sonra ise Atatürk, İngiliz Büyükelçisi ile Dolmabahçe Sarayı’nda görüşme kararı aldı ve daha birkaç gün önce yaptırımlar hususunda, tek başına kaleme aldığı nota’yı çok beğenmesi sebebiyle Başkonsolos Erkin’den de Loraine ile görüşmesinde çevirmen olmasını istedi.[31] Loraine gizli görüşmede özellikle İtalya hususunda, Türkiye’nin İngiltere’ye olan güvenini, hükümetinin epey takdir ettiğini ve şükran duyduğunu fakat Londra’nın artık İtalya’ya yaptırım tatbik etmenin gereksiz olduğu kanısında olduğunu, “Hükümetim, durumun artık günden güne yumuşaması dolayısıyla bu tedbirlere şimdiki halde lüzum görmüyor.” Sözleriyle ifade etmişti. Atatürk ise Büyükelçi’nin bu laflarına, hafifçe “kaşlarını çatarak” şu cevabı vermişti: “"Hükümetinize lütfen yazınız Sayın Büyükelçi, bu cevaptan teessür duydum, tehlike vardır, büyümektedir. Avrupa semaları üzerinde kara bulutlar her gün daha ziyade yoğunlaşmaktadır. Benim değerlendirmelerime göre dört, beş seneye varmayacak, İtalya ile Almanya birleşip başımıza İkinci Dünya Harbi felaketini çıkaracaklar.”[32] Atatürk, İngiltere’nin revizyonist İtalya’ya karşı uzlaşmacı ve yatıştırıcı tavrına işte bu sözleriyle karşı çıkmış ve bu politikaların işe yaramayacağını çok derin bir ileri görüşlülüğüyle ifade etmişti. 1938’de bile bir savaş ihtimaline iltimat etmeyen İngiliz Hükümetinin tavırlarına bakınca, Atatürk’ün buradaki ileri görüşlülüğüne hayran kalmamak kanımca elde değil. Nitekim bu görüşmeden 20 yıl sonra, Feridun Cemal Erkin Londra Büyükelçisi görevi sırasınca, Loraine ile görüşmesinde, Loraine Erkin’e Atatürk’ün geleceği bu derece açıklığıyla görme yeteneğine olan, hayranlığını dile getirmiş ve Atatürk’ün o gün kendisine söylediği ifadelerin doğruluğunu kabul etmişti.[33]
Türkiye’nin İtalya’ya karşı bu olumsuz tavrı, İtalya’nın Habeşistan’dan sonra emellerini Türkiye’ye yöneltmesi korkusundan kaynaklanması oldukça muhtemeldir. Nitekim, mesela 24 Nisan 1936 tarihinde, Büyükelçi Loraine, “Aşırı Gizli” başlığı ile İngiliz Dışişleri Bakanı Eden’e yolladığı şifreli telegrafta, bizzat kendisinin Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile görüştüğünü ve Aras’ın kendisine İtalya’nın Habeşistan seferi sonrasında Boğazları kontrol altına alma hedefi benimsemesi ve bu yönde hareketlerini şekillendirmesini beklediklerini söylediğini, aktarır.[34] İşte bu bağlamda görülebilir ki esasen Aras da, yukarıda raporlarını naklettiğimiz Rodos Konsolosu Cavit Bey’in kaygılarını taşımaktadır.
Tüm bu belgeler ve yazışmalar bağlamında ifade edilebilir ki çok açık ve net surette bu dönemde Türkiye mütemadiyen İtalya’ya şüpheci yaklaşmış ve İtalya’yı olası bir tehdit olarak değerlendirmiştir. Reel-politik ve diplomatik vesileyle kamuya açık söylemler bizi yanıltmamalıdır; örneğin Dışişleri Aras birçok kamuya açık nutkunda İtalya’yı bir “dost ülke” olarak adlandırırken[35], bilhassa gizli görüşmelerinde İtalya’nın olası bir tehdit unsuru olduğunu yukarıda gördüğümüz gibi, defalarca artiküle etmiştir. Bu tavır aynı şekilde, yukarıda aktardığımız gibi, gerek Atatürk’ün gerek İnönü’nün ifadeleriyle sabittir. Hülasa bu dönemdeki Türk-İtalyan ilişkilerine atfedilen “samimiyet” iddiaları sadece diplomatik normlar ve reel politik bağlamında şekillenen demeçlerle sınırlı kalacaktır. Türkiye’nin açıkça İtalya’ya yaptırım uyguladığı ve hatta bu yaptırım konusunda İngiltere’den bile daha ısrarcı olduğu göz önünde tutulursa, bu ilişkiye nasıl bir “dostane” düstur atfedilebileceği ciddi bir soru işareti olarak kalmaktadır.
Alp Buğdaycı, Münih, Kasım 2023
Dipnotlar:
[1] Mesela Sevan Nişanyan Türk inkilabının İtalya’ya olumlu gözle baktığını ifade eder, tabi sunduğu kanıtlar da ciddi açıdan sorunludur; Sevan Nişanyan, Yanlış Cumhuriyet, 2013, S. 26-29. Ayriyeten Onur Atalay da bu yolu izler, bknz: Onur Atalay, Türk’e Tapmak, 2022, S. 61-64. İfade edilmelidir ki Atalay’ın bu çalışması ciddi metodolojik problemler taşımaktadır, bu eser hakkında yerinde bir eleştiri yazısı için bknz: Ulaş Töre Sivrioğlu, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, 7. Cilt, 1. Sayı, Mart 2020, S. 7-15.( https://dergipark.org.tr/tr/download/issue-file/29188 )
[2] Esasen Faşizm ve kemalizm sözde benzerliği, gözlemleyebildiğim kadarıyla, ilk başta Sovyetler Birliği tarafından ifade edilmiş ve bu iki düşünce “uzlaşısını” sovyet sosyal bilimciler ifade etmişti. (Şükrü Hanioğlu, Atatürk, 2023, S. 413-4; Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu 1993, S. 283.)
[3] Atatürk’ün Bütün Eserleri, 30. Cilt, S. 278.
[4] Atatürk’ün Bütün Eserleri, 18. Cilt, S. 182
[5] Sabiha Gökçen, Atatürk’ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, S. 168. Ayriyeten şu da ifade edilmeli ki, Atatürk’ün Mussolini veya Hitler hakkında “deli” demesi münferit bir olay veya sadece Gökçen’in aktardığı bir şey değildir. Bilakis birçok vesileyle Atatürk birçok kişiye bunu demiştir. Örneğin, bknz: Hikmet Bayur, Atatürk’ten Anılar, Bellleten, 1988, Cilt: 52, Sayı: 204, S. 459; Damar Arıkoğlu, Hatıratlarım, 1961, S. 289. Bu eklemeler için Berke Türk’e teşekkür ederim.
[6] İtalya’nın böyle bir emelinin olup olmadığının ortaya koyulması için evvela tarihçilerimiz İtalyan arşivlerine girip o dönemdeki Türkiye hakkındaki İtalyan devletinin iç yazışmalarını baz alan analitik bir çalışma meydana getirmelidir. Bu konuda literatürde ciddi bir eksiklik mevcut. Fakat sanımca Türkiye’nin İtalya’ya bakış açısını etkileyen esas olgu, Türk devleti nezdinde böyle bir tehditin telakki edilip edilmediğidir.. Belki de İtalyan arşivlerini yayınlayacak tarihçilerimiz böyle bir emelin mevcudiyeti husunda yeterli delil bulamayacaktır, fakat yine de bu dönemdeki Türk hariciyse politikasını şekillendiren temel nokta Türkiye’nin bu eksende bir tehdit algılayıp algılamadığıdır ve ortaya koyulacağı şekilde Türk devleti bu minvalde çok ciddi bir tehdit tasavvur etmektedir.
[7] Cumhuriyet, 30 Haziran 1926; Hakimiyet-i Milliye, 30 Haziran 1926; Vakit, 30 Haziran 1926; Milliyet, 30 Haziran 1926;
[8] 25 Ağustos 2023 tarihindeki gönderimizle bu raporların tamamı ulaşılabilir;
https://www.instagram.com/p/CwXVCpIsdtM/?igshid=MTc4MmM1YmI2Ng==
[9] Belge numaraları: Dışişleri Bakanlığı Türk Diplomatik Arşivi; 541 44336 211568 3; 541 4436 211568 4.
[10] Dışişleri Bakanlığı Türk Diplomatik Arşivi; 541 44336 211568 2. Ayriyeten bu belgenin tam halini de şurada paylaştık; https://www.instagram.com/p/CwSrx8IMbdI/?igshid=MzRlODBiNWFlZA==
[11] T.C. Dış İşleri Bakanlığı, Montreux ve Savaş Öncesi Yılları, S. 11.
[12] İsmet İnönü’nün TBMM’deki Konuşmaları 1920-1973, 1. Cilt, S. 382; TBMM Tutanak Dergisi, İ:78, 5.7.1934, II, S. 454-458.
[13] T.C. Dışişleri Bakanlığı, Cumhuriyet’in İlk 10 Yılı ve Balkan Paktı, S. 361.
[14] Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, 2. Cilt, 1973, S. 527.
[15] T.C. Dış İşleri Bakanlığı, Montreux ve Savaş Öncesi Yılları, S. 7.
[16] a.g.e. S. 8. İfade edilmeli ki Aras burada bu olgunun kesin olduğunu ifade etmez, kafasındaki 3 ihtimalden birisi olduğunu dile getirir. Yine de Türk Diplomatlarının zihninde böyle bir şüphenin varlığı bile İtalya’ya karşı ihtiyatlı tavrın bir kanıtı olsa gerek.
[17] Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, 8. Cilt, 2006, S. 129. İngiliz arşivlerinde bu belgenin arşiv numarası: F.O. 371/19037/F.854
[18] Tabiki, Hobsbawm bu ülkelerin amacının mevcut status quo’yu barışçıl ve aşamalı yollardan değil, askeri yollardan radikal şekilde değiştirmek olduğunu yazar.(Eric Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl; Aşırılıklar Çağı, 1996, S. 49.
[19] Ömer Kürkçüoğlu, Türk İngiliz İlişkileri, S. 332.
[20] Atatürk’ün Bütün Eserleri, 26. Cilt, S. 144. Ayriyeten, Atatürk bu idealinde şüphesiz ki Wells’ten derinden etkilenmiştir. Bknz: Zafer Toprak, Atatürk Kurucu Felsefenin Evrimi, 2020, S. 362-366; Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, 3. Cilt, 1975, S. 457.
[21] Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, 8. Cilt, 2006, S.89. Belgenin arşiv numarası: F.O.424/279, part 28, p.4-5, No:3.
[22] Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, 8. Cilt, 2006, aynı belge.
[23] Kimilerince buna anti tez olarak Hatay meselesi öne sürülebilir, oysa Hatay meselesi son kertede barışçı ve diplomatik oyunun kurallarına uygun bir biçimde, şiddete başvurulmadan halledilmişti. Bknz: İsmet İnönü, Hatıratlar, 2. Cilt, 1987, S. 283-5; Kemal Karpat, Türk Dış Politikası Tarihi, 2012, S. 197-8; Türk Dış Politikası, Editör: Baskın Oran, 2009, S. 283-292.
[24] Dışişleri Bakanlığı Türk Diplomatik Arşivi; 541/ 44336-211568-2
[25] Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, 30-10-0 234-580-13-422. Bu belgeyi ayriyeten şurada yayınlamıştık: https://www.instagram.com/p/CuZWfJMs7dG/?igshid=MzRlODBiNWFlZA==
[26] Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, 30-18-1-2-59-85-19
[27] Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, 30-18-1-2 81 102 8; 30-10-0-0 86 568 2. Bu belgeleri şurada yayınlamıştık: https://www.instagram.com/p/Cu4N3KJMNYw/?igshid=MzRlODBiNWFlZA==
[28] Polanyi’nin de ifade ettiği gibi bu eksendeki yatıştırma politikaları tamamiyle bir yanılgı üzerine kurulmuştu; Karl Polanyi, Büyük Dönüşüm, 2010, S. 327-9.
[29] Feridun Cemal Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl, 1. Cilt, 1987, S. 81. Erkin’in bu dönemde Dışişlerinde üst düzey diplomat olduğunu ve söz konusu notayı bizzat kaleme alan kişi olduğunu unutmamak lazım.
[30] Atatürk, bu nota sebebiyle Erkin’e iltifat etmiş ve çevresine kendisini baya methetmiştir.(Erkin a.g.e. S. 82]
[31] Erkin a.g.e. S. 83.
[32] a.g.e.
[33] a.g.e.
[34] Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, 8. Cilt, 2006, S. 236. Belgenin arşiv numarası: FO.371/20073/E.2024. Şunu da ifade etmek isterim, İngilizlerin diplomatik yazışmalarından anlaşılacağı üzere Aras ile bir yakınlıkları olduğu anlaşılıyor. Mesela, Dışişleri Bakanı Anthony Eden, İngiltere’nin Türkiye Büyükelçiliği’ne yolladığı gizli mesajında, İnönü’nün 1937’de istifa etmesinin ardından Bayar’ın kuracağı yeni kabinede Aras’ın olmama ihtimalinin ne olduğunu soruyor ve Aras’ın görevde kalmasının sağlanması gerektiğini ifade ettikten sonra, bu konuda yani Aras’ın Dışişleri’nden alınmasını engellemek için neler yapılabileceğini soruyor.( Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, 8. Cilt, 2006, S. 379. Belge numarası: F.O./ 371/20864/E. 5614.
[35] Mesela, Tevfik Rüştü Aras’ın Mussolini’yi övdüğü bir kamuya açık demeç için bknz: Vakit, 26 Şubat 1929, S. 2. Bununla beraber kapalı kapılar ardında Loraine’e İtalya hakkında ifade ettiği hususlar şüphesiz ki Türk Hariciyesinin pragmatist ethosunu göstermektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder