Fabrika Sisteminin Doğuşunun Bir İncelemesi

 Fabrika Sisteminin Doğuşunun Bir İncelemesi

 

           

William Blake, ünlü şiirinde fabrika sisteminden, “karanlık şeytani değirmenler” olarak bahsetmekteydi.[1] Whig optimizmine tezat oluştururcasına [2] haklı bir şüpheciliği ve eleştirel bir anlayışı sembolize eden bu dizeler, şüphesiz ki mübalağa içermiyordu.[3] Fabrika sistemini doğuşunun etkileri son derece devasaydı. Öyle ki, Tunzelmann’ın ifade ettiği gibi fabrika sisteminin ortaya çıkışı, en az bu dönem sırasındaki(yani sanayi devrimi sırasında) teknolojik değişiklikler kadar mühimdi.[4] Paul Mantoux şöyle yazmaktaydı: “Başından beri (fabrika sistemini doğumunun) etkileri o kadar çabuk hissedildi ve o kadar önemli sonuçlara yol açtı ki, çok yerinde bir şekilde devrimlerle karşılaştırıldı, ancak çok az siyasi devrimin bu kadar geniş kapsamlı sonuçlara sahip olduğu  rahatça iddia edilebilir.”[5] Aynı zamanda Mantoux 20. Yüzyılın başında yazdığı kitabında, Avrupa medeniyetinin mühim sosyal problemlerinin fabrika sistemine dayandığını öne sürmekteydi.[6] Joel Mokyr ise fabrika sisteminin ortaya çıkışının ekonomi tarihindeki en büyük ve dramatik kopuşlardan birisi olduğunu ve sanayi devrimini tanımlayan birleşenlerden birisi olduğunu ifade etmekteydi.[7] Zira, Sanayi Devrimi öncesi geleneksel ekonomide, ev üretim sisteminin[8] yaygın olması dolayısıyla üretimin ve tüketimin yeri aynıyken, fabrika sistemi bunu temelli olarak ayırmıştı. Polanyi’ye göreyse fabrika sisteminin devrimsel sonuçları; üretim unsurlarını, yani temel olarak emek ve toprağı piyasa mekanizmasının kapsamına alıp metalaştırmasında yatar.[9] Fabrika sisteminin devrimsel mahiyeti şüphesiz ki 19. Yüzyıl başında yaşamış insanları daha da şaşırtmıştı. Örneğin, Thompson, 1840’larda dahi gözlemcilerin fabrika sistemi karşısında nasıl şaşkına uğradığını aktarır.[10] Peki, gözlemcilerin bu kadar ilgisini ve şaşkınlığını cezbeden “fabrika sisteminin” kökenleri ve sebepleri nerede yatmaktadır? Bu yazımda bunu ele almaya çalışacağım.

 

Fabrika sisteminin sebeplerini ve organizasyonunu tartışmadan önce tam olarak mahiyetine ve ne anlama geldiğini kavramak zarurettir. Şüphesiz ki fabrika dediğimiz üretim ünitesi, Sanayi Devrimi’nin başlangıcında yeni bir şey değildi: Mokyr’ın veya Huberman’ın da işaret ettiği gibi, Sanayi Devrimi öncesinde, “Fabrika” olarak adlandırabileceğimiz üretim ünitelerine rastlamak zor değildir.[11] Hatta, Mantoux, fabrika sistemini andıran proto-fabrikaların 16. Yüzyıl kadar geriye uzanıp uzanamayacağını tartışıyordu.[12] Fakat, sanımca büyük ölçekte proto-fabrikaların varlığı, yekpare olarak bir fabrika sisteminin varlığını ihtiva etmekten ziyade onun bir öncüsü rolüne sahip olmaya muktedirdir. Zira ilerleyen kısımlarda da ifade edeceğim gibi, fabrika sisteminin temel alamet-i farikası olan seri üretim-sürekli akış üretiminin (continous flow production) teknolojik altyapısı, söz konusu dönemde mevcut değildi.

 

David Landes şöyle yazar: “Makineler ve yeni teknikler tek başına Sanayi Devrimi değildir. Bunlar üretkenlikte artış, üretim faktörlerinin göreli öneminin emekten sermayeye kayması anlamına geliyordu. Ancak devrimle, üretim araçlarının yanı sıra organizasyonunun da dönüştürülmesini kastediyoruz. Özellikle, büyük işçi topluluklarının tek bir yerde toplanıp görevlerini gözetim ve disiplin altında yerine getirmelerini; kısaca fabrika sistemi olarak bilinen sistemi kastediyoruz.” [13] Fakat bu tanım, tam olarak fabrika sisteminin tarihsel anlamdaki devrimsel niteliğini açığa çıkaramaz. Zira büyük işçi topluluklarının bir araya toplanması önceden de ifade ettiğimiz gibi bu çağa özel bir olgu değildi. Mesela, örnek vermek gerekirse, Fransız resmi sanayi sayımlarının da gösterdiği gibi, sanayi devriminden çok önce, Fransa’da metal ve kâğıt endüstrisi çoğunlukla fabrikalarda örgütlenmişti. [14] Bu tarihsel olgu ise Landes’in açıklamasının bir tezat içerdiğini açığa çıkarır; zira Landes hem fabrika sistemini Sanayi Devrimi’nin bir parçası bağlamında değerlendirir ve hem de bu sistemi, büyük işçi topluluklarının bir çatı altında toplanması olarak tanımlar. Oysa Landes’in tanımladığı şekliyle, Fabrika Sistemi’ni Sanayi Devrimi ile özdeş kılmak çok doğru olmasa gerek. Bu bağlamda, Fabrika Sistemi’nin anlamı nedir? Her şeyden önce, Fabrika Sistemi fiziksel bir olgudan, yani kocaman bir bina içerisinde toplanan işçi yığınının varlığından ziyade bir “belli bir üretim örgütlenmesidir.[15] Fabrika sistemi ifadesini, esas itibariyle, tüm üretim faktörlerini yoğun bir biçimde akümüle ederek, bunları, karmaşık ve sürekli akış (continous flow) üretim sürecine kanalize eden organizasyonel örgütlenmeyi tanımlamak için kullanmak doğru olacaktır. Bu bağlamda, “Fabrika Sistemi” teriminin, seri üretime ilk geçişe tekabül eden Sanayi Devrimi sırasında kullanılması sürpriz olmayacaktır. Mantoux’un tespit edebildiğine göre “Fabrika Sistemi” ifadesi ilk kere 1806 yılında Britanya Parlamentosu’nun bir raporunda, tekstil üretiminin organizasyonu için dile getirilir. [16] Tekstil üretimi şüphesiz ki Allen’ın tabiriyle Sanayi Devrimi’nin “mucize sektörü” [17] niteliğindeydi. Clark’ın hesaplamalarına göre, 1780-1860 arası dönemde tekstil sektörü en fazla yıllık verimlilik büyümesine sahipti ve aynı şekilde bu dönemde toplam verimlilik büyümesinin yüzde 25’ini sağlayarak en fazla katkı veren sektör sıfatına da nail olabilmişti.[18] Hobsbawm’sa Sanayi Devrimi’nin tekstilden ibaret olduğunu yazıyordu.[19] Fakat, Mokyr’ın da işaret ettiği gibi, buhar motorundan metalürjiye kadar birçok devrimsel yeniliğin yaşandığı bu dönemi salt olarak tekstile indirgemek yanıltıcı olacaktır.[20] Tabi, yine de bu içgörü, tekstili dönem ekonomisinin, Thompson’ın tabiriyle “Sanayi Devrimi’nin önde giden endüstrisi”[21] rolünü teslim etmemizin önünde bir engel teşkil etmez. Bilhassa, “fabrika sistemi” nosyonunun, ilk kere efektif biçimde seri üretim performe eden tekstil bağlamında kullanılması, kavramı daha iyi bir şekilde tasavvur etmemize yardımcı olabilir. Velhasıl, fabrika sistemi fiziksel koca dumanların tüttüğü bir yapıya işaret etmekten ziyade, üretim unsurlarının muazzam birikiminin kompleks örgütlenmesi ile seri üretime kanalize edilmesi anlamına gelir. Yani daha ziyade bir organizasyonel bir kavramdır. Bu konu, Berend tarafından çok isabetli bir şekilde şöyle dile getirilir: “Fabrikalar salt olarak daha büyük işyerlerinden ziyade, bir nevi yeni bir organizasyon türüydü.” [22]

 

Fabrika Sisteminin tanımını tartıştıktan sonra, şimdi bu sistemin ortaya çıkışının sebepleri ve kökenlerini tartışacağım; bu kadar büyük devrimsel bir değişimin kökeninde yatan faktörler nelerdi? Şüphesiz ki fabrika sisteminin ortaya çıkmasının birden fazla sebebi vardır. Ben, temel olarak, üç farklı ama yine de birbirlerini tamamlayan faktörden bahsedeceğim.

 

İlk olarak, artan sabit maliyetler (fixed cost) ve büyük makinelerde ifadesini bulan sermaye yatırımlarına işaret edeceğim. Bu faktör aynı zamanda literatürdeki geleneksel görüştür. Mokyr, bu faktörü şöyle açıklar: “Tamamen fiziksel nedenlerden dolayı bazı ekipmanlar, işçi kulübelerinin oturma odalarına sığacak kadar küçük modellerde verimli bir şekilde inşaa edilemedi ve bu nedenle büyük tesislere ihtiyaç duyuldu: demir birikintisi fırınları ve silindirleri, buhar ve su motorları, ipek atma değirmenleri, kimyasallar ve gaz işleri - hepsi nispeten büyük üretim birimleri gerektiriyordu.”[23]  Yeni teknoloji ve bunun gerektirdiği mekanizasyon, o döneme kadar görülmemiş büyük sabit maliyet yatırımlarını gerekli kılmış ve sonuç olarak da büyük ölçekli üretimi, optimal üretim şekli olarak öne çıkarmıştı.[24] İnovasyon dalgasının getirdiği mekanizasyon, büyük makineleri ve dolayısıyla ağır sermaye yatırımlarını da artmıştı, muhtemelen bunun kısmi bir sebebi bu dönemde reel işçi ücretlerinin epey yüksek olması sebebiyle, işverenlerin emekten tasarruf edip nispeten daha ucuz olan sermayeye yatırım yapmasıydı.[25] Robert Allen, esasında, Sanayi Devrimi’ni de bu bağlamda açıklar.[26] Ama şunu da ifade etmeliyiz ki; dönemin patent verilerine bakınca, Birinci Sanayi devrimi sırasında patentlenen icatların nispeten azının emekten tasarruf ettiğini ve emekten ziyade sermayeden daha fazla tasarruf edildiğini görmekteyiz. Patentlenen icatların, yüzde 4,2’si, patent başvuru dilekçesinde emekten tasarruf edeceği amacını beyan ederken yüzde 30,8’i sermayeden tasarruf edeceğini beyan etmişti.[27] Fakat buna rağmen, Huberman’ın da ifade ettiği gibi, sermaye, fabrika sisteminde her şeyden daha önemli bir role sahipti. [28]

 

Hülasa dönemde efektif üretimin önkoşulu haline evirilen makinelerin büyüklüğü göz önünde bulundurulunca, bunların konulması ve işlemesi için daha büyük alanlara, yani fabrikalara duyulan ihtiyaç ortaya çıkmıştı.[29] Tabi salt olarak bu faktör, fabrika sisteminin niteliğine ışık tutamaz zira 19. Yüzyıldaki kadar olmasa da, daha önceki dönemlerde, örneğin metalürji endüstrisinde, büyük sermaye yatırımları mevcuttu ve bunlar proto-fabrika örgütlenmelerini tetiklemişti, ne var ki, bu olgu yekpare olarak bir fabrika sisteminin doğuşuna sebep olmamıştı. Aynı şekilde 19. Yüzyıl fabrikalarının birçoğu büyük makineler ve sabit sermaye yatırımları da içermiyordu. Bu nokta, Mokyr’ca şöyle dile getirilir: “Fabrikalar her zaman pahalı makinelerle ve büyük miktarlarda sabit sermaye harcamalarıyla ilişkili değildi. Richard Arkwright'ın Derbyshire'daki ünlü Cromford Değirmeni pahalı güç ve eğirme ekipmanlarıyla donatılmıştı, ancak ilk fabrikaların çoğu, ev işçilerinin tek bir çatı altında toplanmasından biraz daha fazlası gibi görünüyor ve teknolojik olarak (ev içi üretim sanayiisinde) yaptıklarından çok da farklı olmayan şeyler yapıyorlardı.” [30] Bu dönemde sıklıkla Cookson’un tabiriyle “dağınık fabrika sistemi” [31] nüveleri ile karşılaşabiliriz. Nitekim bahsi geçen görüşün neden tamamıyla fabrika sisteminin yükselişini açıklayamayacağını Szostak şöyle ifade eder: “Buradaki en büyük zorluk, bu dönemde, daha önce küçük ölçekli ev endüstrilerinde kullanılan teknolojinin aynısını kullanan, çok çeşitli endüstrilerde birçok fabrikanın ortaya çıkmasıdır. (…) Yeni teknoloji şüphesiz daha sonraki bir tarihte fabrikalara geçişi hızlandırırken, en erken merkezi işyerleri (yani fabrikalar) küçük ev endüstrisi üretiminde kullanılan teknolojinin aynısına dayanıyordu.”[32] Yani, yukarıda Mokyr’ın, Cookson’un ve Szostak’ın işaret ettiği gibi ilk modern fabrikaların esasında ev endüstrisinde olduğuna çok benzer ve neredeyse aynı sabit sermaye yatırımlarını ve teknolojiyi sürdürmesi, bu faktörün sınırlılığını gösterir. Buna rağmen, yine de artan sabit sermaye yatırımlarının rolünü göz ardı etmememiz gerekir. Şöyle ki, büyük sabit sermaye yatırımlarında ifadesini bulan karmaşık makinelerin esas olarak devamlı akış ve seri üretim olgusunun merkezini teşkil ettiğini unutmamalıyız. Zira, yukarıda bahsettiğim gibi, seri ve devamlı akış üretimi fabrika sisteminin temel belirleyenlerindendir. Dolayısıyla da bu, her ne kadar bu faktör tek başına bir açıklayıcılık mahiyetine haiz olmasa da, tarihsel olarak önemli bir rolü olduğunu teslim etmek isabetli olacaktır. Keza, makineleri salt fiziksel olarak kapsadıkları alandan ziyade, bilgi asimetrileri içeren işçi-işveren ilişkisi içerisindeki muhtemel teşvik sorunlarını doğuracak yeni teknolojik sürecin cisimleşmiş hali olarak ele almak da faydalı olacaktır. Yeni teknolojinin kullanıma girmesi, işçi-işveren ilişkilerinde ciddi bilgi asimetrisi ve teşvik sorunlarının doğuşuna vesile olmuştu ve bu olgu da ele alacağım ikinci faktörü teşkil etmektedir.

 

Literatür tarafından öne sürülen ikinci açıklama, bilgi asimetrisi ve teşvik sorununu ele almaktadır. Bu açıklama toplamda üç farklı noktayı barındırır: Bir, Pahalı makinelerin kullanımı ve zıt teşvik sorunu; İki, ürün kalitesi ve standardizasyon; üçüncü olarak da ücret sorunu.

 

 Ev üretim sistem/eve iş verme sisteminde parça ücreti (piece wage) yaygındı. Burada işçiler, evden üretimi sürdürüyor ve ardından ürettikleri çıktıyı onlara hammaddeyi ve gerekli ekipmanı sağlayan girişimciye teslim ediyorlardı. Girişimciyse, işçilere, ona teslim edilen çıktı kadar ücret ödüyordu. Diğer bir deyişle, işçi ne kadar çalışıp o kadar ürün üretebilirse, o kadar fazla para kazanıyordu. Ürün kalitesini denetlemenin kolay olduğu ve ekipmanın ucuz olduğu bir dünyada verimli olan sistem de bu’ydu. Fakat, eğer ekipmanlar daha kompleks ve pahalı olursa, girişimci sadece ona teslim edilen çıktı ile değil; aynı zamanda işçilerin, parasını kendi ödediği ekipmanı nasıl kullandığı ile de ilgilenmek isteyecektir. Mokyr bu hususu şöyle yazar: “Ancak makineler daha sofistike ve pahalı hale geldiğinde, makine sahibi (yani kapitalist), makinenin ne kadar yoğun kullanıldığı ve işçinin onu nasıl muhafaza ettiği ve çalıştırdığı ile ilgilenmeye başladı. Ekipman bir işçinin evine sığacak kadar küçük olsa ve onu çalıştırmak için yalnızca bir kişiye ihtiyaç duysa bile, işverenin üretim çıktısını kontrol edip bu üretim çıktısına göre ücret ödemek yerine üretim sürecini (yani girdileri) izlemeye çalışması mantıklı olacaktır. Pahalı bir makineyi çalıştıran ya da işverenine ait olan pahalı malzemeleri kullanan, parça başına ücret alan bir işçi, ham maddeleri israf etme, ekipmanı optimalden daha hızlı çalıştırma (…) dürtüsüne sahipti. (Zira tek önemli olan şey parça-başına alacağı ücretti) Bu bir ortak üretim sorunu olarak görülebilir çünkü her işçi eş zamanlı olarak iki şey yapar: çıktı üretmek ve ekipmanı kullanmak. Eğer işveren birini diğerinden daha iyi gözlemlerse, işçiler çabalarını daha kolay gözlemlenebilir faaliyetlere aşırı tahsis edecekleri için verimsizlikler ortaya çıkacaktır. Dahası, bilgi asimetrikti: İşveren için, işçiyi yerleştirerek üretim sürecini doğrudan izleyemediği sürece, bir makinenin mücbir sebeplerden mi, normal aşınma ve yıpranmadan mı yoksa işçi ihmalinden mi bozulduğunu belirlemek zordu...” [33] Hülasa, üretimde çok temel bir rol oynayan makinelerin rolü ve değeri arttığından, kapitalistler aynı zamanda, pahalı sermaye yatırımlarının somutlaşmış hali olan makinelerin işçiler tarafından nasıl kullanıldığıyla da alakadar olmaya başlamıştı.[34] Eğer bu senaryoda parça başına ücret sistemi devam etseydi, bu sefer işçi daha fazla üretim yapıp daha para kazanmak için makineyi gereğinden hızlı ve yıpratıcı biçimde kullanabilir ve böylece son kertede işveren için büyük maliyetlere sebep olabilirdi. Hem de bu durumda, ev üretimi sisteminde, işveren makinenin doğal bir arıza yüzünden mi yoksa ihmal hasebiyle mi bozulduğunu da tespit edemezdi.

 

 Bilgi asimetrisi huşunda işaret edilmesi gereken ikinci bir nokta ise ürün kalitesidir. Bu esasında parça-ücretinin yapısal bir problemiydi. İşçilerin, üretim sırasında, ürünün kalitesinden ödün vererek, ürettikleri miktara odaklanmaları, yani çıkarları doğrultusunda nitelik yerine niceliğe önem yüklemeleri için epey güçlü teşvikleri vardı. Mokyr bu olguyu şöyle ele alır: “Bu klasik bir asimetrik bilgi sorunudur: İşçi nerede "hile yapabileceğini bilir", bu da çoğu işveren için çıktının en basit süreçleri için bile niceliğini ve kalitesini izlemeyi maliyetli hale getirir” [35] Aynı zamanda üretimin de birden fazla alt bölümü olduğundan kalitesiz ürünü spesifik olarak bir işçiye atfetmek ve onun suçlu olduğunu ortaya çıkarmak da olanaksızdı. Bu olgu, İngiltere’deki bu dönemki piyasa dinamiklerini göz önünde bulundurunca daha da sorunsal bir hal alır. Şöyle ki, 16. Yüzyıldan itibaren İngiltere’de piyasanın boyutu, kapsadığı alan ve diğer bölgelerle entegrasyonu inanılmaz boyutlara ulaşmaya başlamıştı.[36] Bu sebepten dolayı piyasada o zamana kadar görülmemiş çeşitte ve farklılıkta ürünler bulunmaya başlamış ve doğal olarak tüketiciler de karşılarındaki sayısız seçenek sebebiyle serseme dönmüştü. Bu durumun kaçınılmaz bir sonucu ise, ürünlerin standardizasyonu yönündeki piyasa talebi olmuştu. Mokyr durumu şöyle yazar: “On sekizinci yüzyılda pazarlar genişledikçe ve tüketiciler kolayca doğrulanabilir özelliklere sahip ürünler talep ettikçe standardizasyon meselesi giderek daha önemli hale geldi (…) Britanya giderek birleşik bir pazar haline geliyordu ve tüketiciler, istediklerini alamadıklarında veya emin olmadıklarında birçok tedarikçi arasından seçim yapabiliyordu. Müşterinin üreticinin adını öğrendikten sonra ürün kalitesini doğrulamak için kaynak harcamak zorunda kalmamasını sağlamak amacıyla üreticilerin ürünlerini standartlaştırması zorunlu hale geldi” [37] Bu da, Szostak’ın da işaret ettiği gibi, işverenlerin artık işçilerini tek bir çatı altında, yani fabrikalarda, toplayıp onları üretim süreci boyunca gözlemleyip teftiş etmesini ve işçilerinin belli standartlar ve koşullara uyduğundan emin olmasını zaruri kıldı.[38] Özetle, ürünün standardizasyonu için üretim süreci ve işçiler artık bir çatı altında toplanıp daha yakından denetlenmeliydi.

 

Bu konuda işaret edilmesi gereken son nokta ise işçi maaşları hakkındaydı. Üretimde iş bölümü arttıktan ve karmaşıklaştıktan sonra, işveren nezdinde, işçilerin katkılarını saptayıp bunun mukabilinde bir parça ücreti tahsis etmek olanaksız hale gelmişti.[39] Alchain ve Demsatz şöyle yazmaktaydı: “Ekip üretiminde (team production), yalnızca toplam çıktıyı gözlemleyerek, her bireyin (…) bu çıktıya katkısını tanımlamak veya belirlemek zordur. Çıktı, tanımı gereği bir ekip tarafından üretilir ve bu, her birinin ayrılabilir çıktılarının toplamı değildir.[40] Bu sebepten dolayı, Alchian ve Demsatz birden fazla kişinin dahil olduğu üretim sürecinde, işçilere parça başına ücret ödemenin epey zor olduğunu ifade eder. İşte tam olarak da söz konusu dönemde karşılaşılan sorun da buydu. Bu sebepten dolayı, artık işverenler parça başına ücretten ziyade, saat başına ücret (time wage) ödemek durumunda kalmışlar ve bu da işverenin işçileri çalışma süresi boyunca gözlemlemesini gerektirdiğinden, üretimin merkezi olarak tek çatı altında yeniden organizasyonunu kaçınılmaz bir hale getirmişti. Fakat bu nokta başka bir soruya yol açmaktadır: neden saat ücreti gerektiren ekip üretimi, daha önce değil de; 18. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren önem kazandı? Mokyr’ın cevabı şöyledir: “(…) Yeni teknoloji daha fazla ekip üretimi gerektirdi. Bunun nedeni (…) sürekli akışlı üretimin uygulamaya konması, kısmen de daha hassas ve daha yakından entegre olmuş iş bölümüydü. Sürekli akış altında, tüm üretim sürecinin hızı fabrika yöneticisi tarafından belirlendi ve bireysel işçilerin denetimi ve kontrolüne olan ilgi katmerlendi.” [41] Yani, sürekli akış üretimine geçiş çok kritik bir role sahip olmuştu. Aynı zamanda, Mokyr’ın hemen yukarıda aktardığım tespitinde “sürekli akış üretimi”nin altını çizilmesi; bu olgunun takım üretiminin ortaya çıkışına sebep olduğunu ve böylece de parça başı ücreti uygulamasını işlevsiz hale getirip saat-ücretini zaruri kıldığını; ve saat-ücretinin yaygınlaşmasının pratik bir sonucu olarak da üretimin tek çatı altında organizasyonu ihtiyacını ortaya çıkarması, makalenin en başında yaptığım “sürekli akış üretimi” olgusuna dayanan fabrika sistemi tanımlamasını doğrular niteliktedir.

 

            Özetle, üç noktada toparlayabileceğimiz bilgi asimetrisi ve işçilerin teşvik sorunu fabrika sisteminin ortaya çıkışında çok önemli bir rol oynamıştır. Ama ifade edilmeli ki yine de bu üç noktadan oluşan bu faktör tek başına yeterli değildir. Zira sadece buna dayanan bir anlatı, fabrika sisteminin epistemolojik temelini göz ardı eder. Fabrika sisteminin doğuşunun altındaki epistemolojik faktörleri görmezden gelen bir tez şüphesiz ki yarım kalacaktır ve dolayısıyla makalemin bir sonraki kısmında da bu hususu ele alacağım.

 

            Fabrika sisteminin doğuşu hususunda sunulan bir başka önemli açıklama teknolojinin epistemolojik temelinin [42] genişlemesiyle alakalıdır. Her bir teknoloji veya kullanılan teknik, az ya da çok, bir epistemik tabana ihtiyaç duyar; bu epistemik temel esasında bu tekniğin dayandığı doğa bilgisidir, tekniğin çalışmasının ardında yatan doğa bilimine dayanan bilgidir.[43] Bir teknolojiyi ifa eden kişinin, verimli şekilde bu tekniği uygulaması için, az ya da çok, kullandığı teknolojik aletin nasıl bir epistemik temele dayandığını bilmesi gerekir. Yani işçilerin, teknolojik sürece verimli şekilde angaje olabilmesi için belli bir yeterliliğe(competence) ihtiyaçları vardı.[44] Sanayi Devrimi sırasında kullanılan teknoloji ve tekniklerin temelinde yatan doğa bilimine dayanan bilgilerde muazzam bir genişleme meydana gelmişti. Bunun kaçınılmaz bir sonucunu Mokyr şöyle yazar: “1760'tan sonra sanayi imalatında, asgari yeterlilik gereklilikleri (competence requirements) arttıkça, verimli üretim tek bir, hanenin(ve işçinin) sahip olabileceğinden daha fazla bilgi gerektirdi.”[45] 18. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren, üretim teknolojisi için gerekli olan epistemolojik temel, tek bir işçi veya hanenin kapasitesini aşmıştı. Ev üretim sisteminin aksine, tek bir hanenin, tüm karmaşık teknolojik aletleri tek başına verimli bir şekilde kullanması çok zorlaşmıştı ki bu normaldi, çünkü tek bir haneden bir karmaşık üretim teknolojisinin tüm adımlarının gerektirdiği epistemolojik temele sahip olmalarını beklemek absürt olurdu, yekpare olarak bu temel, 18. Yüzyıl için, insanın kavrama kapasitesinin epey üstündeydi. Durum böyle olunca da uzmanlaşma kaçınılmaz bir hal aldı. Mokyr durumu şöyle özetler: “Üretim için gerekli yeterlilik, bireysel bir işçinin normal yeteneğini aştığında uzmanlaşma kaçınılmaz hale gelir. (…) Üretim basit olduğu ve sınırlı sayıda genel kuralla özetlenebildiği sürece, tek bir hane halkı bilinmesi gereken her şeyi bilebilir ve tüm avantajlarıyla birlikte üretim birimi olarak etkili bir şekilde hizmet edebilir. Ancak Sanayi Devrimi ve 1760'tan sonraki teknolojik gelişmeler, bireysel hane halkının kapasitesinin ötesinde bir yeterlilik(competence) gerektiren birçok üretim sürecine yol açtı.”[46] Üretimin parçalara bölünmesi ve bu parçaların farklı kişi veya grupların sorumluluğuna verilip, bu kişi ve grupların sadece bu sınırlı parçalar üzerine uzmanlaşması, şüphesiz ki daha verimli olacaktı.[47] Çünkü, bu sınırlı parça, hem işçinin anlama yeterlilik düzeyini aşmayacak, hem de kapsadığı alan, tüm epistemolojik temele nazaran daha küçük olduğu için işçi bunu çok daha iyi kavrayabilecek ve hatta üzerinde gelişmeler dahi yapabilecekti.[48] Demek ki, bir tür bilgi bölümü ve uzmanlaşma kaçınılmazdı. Bu husus aynı zamanda modern mikro iktisat teorisi tarafından da dile getirilmiştir. Becker ve Murphy, üretimde gerekli insan sermayesi ve teknolojik bilgi arttıkça, çalışanların daha küçük bir beceri yelpazesinde uzmanlaşmaya eğilimli olduğunu ve şirketlerin de gereken toplam bilgiyi daha küçük parçalara bölüp çalışanlar arasında paylaştırmaya meyilli olduğunu göstermişti.[49]  

 

Aynı şekilde, işçiler arasına paylaşılan bilgi bölümlerinin/parçalarının, birbirleriyle tamamlayıcı nitelikte olduklarını ve dolayısıyla da bunlar arasında koordinasyon ve iletişimin de üretimin verimli şekilde işlemesi için zaruret olduğunu göz önünde bulundurmalıyız. Her bir bilgi parçasının diğerinin tamamlayıcısı olduğundan bu bilgi parçalarına sahip işçilerinde birbirleriyle iletişim ve temas halinde olmaları gerekmekteydi. Zira sürekli akış üretiminde, çoğunlukla belli bir alandan sorumlu grup, başka bir alandan sorumlu grubun bilgisine ihtiyaç duyabilirdi. Bunun organizasyonel eksendeki problemini Mokyr şöyle yazar: “Şirket için organizasyonel sorun, bilgiye sahip olan çalışanın, bilgiyi ihtiyacı olanlara tam ve doğru bir şekilde açıklamasını sağlamaktır. Tüm çalışanların tek bir çatı altında toplanması, tekrarlanan etkileşim ve kişisel temasın sağlanması, bilginin tam ve güvenilir bir şekilde iletilme şansını en üst düzeye …(çıkartır) Bir fabrikanın içindeki çalışanlar birbirlerini tanıyor ve güvenebiliyorlardı ve bu aşinalık, bilgi paylaşımının etkili bir yolu haline geldi.” [50] Bilgi Bölümü modeline göre, esas itibariyle, bilgi için asgari yeterlilik gereksinimi küçük olduğu sürece ev içi üretimi sürdürmek verimliydi ama bu yeterlilik gereksinimlerinin kapsadığı epistemolojik temel arttıkça bilgi bölümü gerekli olacak, bunun için bilgiye erişimin maliyetinin en aza indirilmesi gerekli hale gelecek ve böylece de bu bilgi bölümünün koordinasyonu ve etkileşimi için; ya etkili bir bilgi aktarım ağı (mesela internet) ya da tüm işçilerin aynı çatıda, yani fabrikalarda organize olması gerekecekti.[51] Doğal olarak, iletişim ağı teknolojisinin mevcut olmadığı bir dönemde bilgi paylaşımının en etkili yolu doğrudan temastı ve bu yüzden de işçilerin tek bir çatı altında efektif bir etkileşim ile bilgi bölümünü sürdürmesi ve işçilerin bilgiye ulaşma maliyetinin minimuma indirilmesi için işçiler tek bir çatı altında, yani fabrikada toplandılar. Mokyr şöyle yazıyordu: “Fabrikalar böylece teknik bilgilerin deposu işlevi gördü ve işçiler için bu, bilgiye erişim maliyetlerini büyük ölçüde azalttı. (…) Ev üretim sisteminin yerini, işçileri tek çatı altında toplayan, uzmanlaşmalarını sağlayan ve aralarında bilgi değiş tokuşunu koordine eden büyük ölçekli fabrikalar aldı (…) Bilgi alışverişinin alternatiflerinin çok az olduğu bir çağda, eğer firma bilgi paylaşımını sürdürecekse, bu tür doğrudan temas kaçınılmazdı.” [52] Hülasa, bilgi bölümünün etkileşimini kolaylaştırmak ve maliyetini azaltmak fabrika sisteminin ortaya çıkışında büyük bir rol oynamıştı. Bu olgu da bizi Mokyr’ca ortaya koyulan fabrika sisteminin ortaya çıkışının teorik modellemesine götürmektedir.

 

Fabrika sisteminin ortaya çıkışında bilgi bölümü olgusunu kavradıktan sonra Mokyr’ın fabrika sisteminin ortaya çıkışı hakkındaki teorik modelini daha iyi anlayabiliriz. Bu model esasında iki farklı teori ve fonksiyondan oluşur. İlk olarak, Mokyr’a göre bir üretim yerinin optimal büyüklüğü, firmalar arasındakine oranla firma içindeki bilgi akışının nispi verimliliğinin ve rekabetçi bir ortamda en iyi teknolojiyi yürütmek için gerekli olan toplam bilgi miktarının bir fonksiyonudur.[53] Bu teorik modele göre her şey sabitken, yeni teknolojiler için gereken bilginin miktarı güçlü şekilde artarsa, küçük-boyutlu firmaların mevcudiyeti verimsiz olacak ve fabrikalar ortaya çıkacaktır. Mokyr’ın ikincil ve esas olarak sunduğu teorik anlayışsa şu’dur:

İşçilerin tek bir çatı altında, yani fabrikalarda toplanması, bilgiyi taşımanın maliyet ve faydalarının oranının, insanları taşımaya göre oranına bağlıdır. Bu kavrayışın yardımıyla şu matematiksel formülü inşaa edebiliriz:






                                     (Denklem 1.1)

 

Yukarıdaki işlemle bu kavrayışı matematiksel işlem haline getirerek tam anlamıyla bir matematiksel iktisadi bir modele dönüştürdüm. Denklemin en üstündeki mb (maalesef blogger’da denklemdeki şekilde yazılamıyor, yazılabiliyorsa da beceremedim. O yüzden maalesef denklemdeki değişkenleri böyle yazmak durumundayım): bilgiyi taşımanın maliyeti. fb: Bilgi taşımanın faydası. mi: insanları taşımanın maliyeti. fi: İnsanları taşımanın faydası. lü: üretimin lokasyonu. (Değişkenlerin hepsi en az 0’a eşit olmalıdır. Ayrıca değikenlerin hepsi ordinaldir; kardinal değil.) Eğer bilgi taşımanın maliyeti faydasına nazaran; insan taşımanın maliyetinin faydasına oranından daha fazla olursa, yani olursa, yani “lü” birden büyük olursa, fabrika sistemi ortaya çıkacaktır. Eğer ki, bilgi taşımanın maliyeti düşük ve faydası çok fazla olup, insanları taşımanın maliyeti fazla ve faydası düşük olursa, o zaman lü 1’den küçük olacak ve bu senaryoda bilginin ulaşımının kolay olması ve insanları bir yere toplamanın da maliyetli olması yüzünden fabrikalara ihtiyaç duyulmayacaktır. (lü eğer 1 olursa fabrika sistemi ile küçük ölçekli sanayi birbirlerini dengeleyecek ve iki üretim tarzı da aynı miktarda verimli olacaktır.) Aynı zamanda “lü” ne kadar artarsa, fabrika sistemi de o kadar yoğunlaşacaktır. Özetle, insanları taşımanın faydaları ve bilgiyi taşımanın maliyetleri yüksekse, bu durum fabrika sisteminin ortaya çıkmasına yol açacaktır. Veya insanları taşımanın faydası ve bilgiyi taşımanın maliyeti nispeten düşükse, bu durum tam tersine küçük ölçekli üretime yol açacaktır. Şimdi, bu teorik çerçeveyi 18. Yüzyıl İngiltere’si bağlamında düşünelim. Söz konusu dönemde bir bilgi aktarım ağı olmadığını ve bilgi taşımanın yavaş olduğunu; ama, 17. Yüzyılın sonundan itibaren bir ulaşım devriminin yaşanmakta olduğunu [54], bu yüzden de insanları taşımanın maliyetinin çok ciddi bir düşüş yaşadığını, aynı şekilde yeni sanayi teknolojisinin sunduğu büyük kârlar sebebiyle insanları bir yere taşımanın olası faydasının da muazzam seviyelere ulaştığını göz önünde tutalım. Bu bahsettiğim tarihsel koşulların sonucuysa, aktarılan teorik çerçevesinin de işaret ettiği gibi; fabrika sisteminin doğuşuydu.

 

            Bilgi bölümüne dayanan bahsettiğim açıklamalar sanımca, makalemin başından beri bahsettiğim diğer iki farklı faktörden daha büyük bir açıklayıcılık barındırır. Ama yine de tek başına yeterli değildir. Makalemin başından beri üç adet olası faktöre işaret ettim, ama bu üç ayrı sebebi birbirlerinin ikameleri olarak ele almamız faydalı olmayacaktır; bilakis, bu üç faktörü bir puzzle’ın üç tane birbirlerini tamamlayan parçaları olarak değerlendirmeliyiz. Bu hususu en iyi, Thomas Geraghty’nin ampirik verilerle yaptığı çalışması gösterir.[55] Geraghty’nin işaret ettiği gibi, Britanya’da fabrika sisteminin doğuşunun arkasında tüzel olarak tek bir sebepten ziyade, birbirlerini kuvvetlendiren ve tamamlayan birden fazla faktör vardı. Geraghty’nin ampirik verisinin gösterdiği gibi, Britanya’da fabrika sisteminin doğuşunda; artan gerekli uzmanlık ve bilgi, yeni büyük makinelerin ortaya çıkması ve fabrika sahiplerinin işçilerle arasındaki bilgi asimetrisi ve teşvik sorununu çözme isteği el ele gitmiş ve bu üç faktör birbirlerini tamamlayarak fabrika sisteminin doğumuna sebep olmuşlardı. Geraghty’nin ufuk açıcı çalışması bağlamında ifade edilebilir ki, makalenin başından beri ele alınan üç faktörü beraber ve birbirlerini tamamlayıcı olarak değerlendirmeli, bu üç faktörün birbirlerini güçlendirdiğini (örneğin büyük yeni karmaşık makinelerin bilgi bölümü gerektirmesi) göz önünde tutmalı ve bu bağlamda  fabrika sisteminin doğuşunu tasavvur etmeliyiz.

 

            Sonuca gelmeden önce bir noktayı daha ele almanın faydalı olabileceğini düşünüyorum. Esasında Sanayi Devrimi’ni ele alırken, neden bunun İngiltere’de meydana gelip, Fransa’da gelmediğini tartışmak iktisat tarihi alanının en ünlü konularından birisidir.[56] Benzer bir biçimde, fabrika sistemini iki ülkede karşılaştırmalı olarak ele almak da epey yararlı olacaktır. Tabiki de burada bu hususu uzunca tartışmaya maalesef yerim yok, bu yüzden olabildiğince yüzeysel şekilde bu olguyu ele alacağım.

 

Kısacası, Fransa’da İngiltere’ye kıyasla Fabrika sisteminin yaygınlaşması epey yavaş olmuş ve küçük ölçekli endüstri ağırlığını korumayı başarabilmişti.[57] Peki tam olarak bunun arkasında yatan sebepler neydi? Yukarıda analiz ettiğim faktörlerin hikâyenin tamamını bazen anlatamayacağını gösterircesine dört bambaşka nedene işaret etmek istiyorum. Esasında, bu husus hakkında kanımca toplamda beş tane temel sebep vardır, ama muhtemelen aralarındaki en önemlisi olan diğer nedenden, hemen sonraki paragrafta bahsedeceğim. 4 sebep şöyleydi: İlk olarak, O' Brian ve Keyder'in belirttiği gibi: “İngiliz sanayileşmesi, artan kentsel emek arzına bir yanıt olarak değerlendirilebilir. İngiliz endüstrisinin emek arzı Fransa'dakinden daha hızlı arttı.”[58] Fransa’daki işgücü arzı ve işçi nüfusu önemli ölçüde daha azdı. Bunun bir olası nedeni muhtemelen Fransa'nın Avrupa'da demografik geçiş yaşayan ilk ülke olmasında yatmaktadır.[59] Dolayısıyla daha düşük bir işgücü arzı vardı ve buna karşın ise fabrika sistemi “muazzam bir insan emeği birikimine” [60] dayanmaktaydı. İkinci olarak ise tüketim kalıpları önemli bir rol oynamıştı. Bu hususta, O’Brian ve Keyder şöyle yazar: “İngiltere'de kentsel talebin genişlemesi daha büyük ölçekli fabrika endüstrisinin ilerlemesini kolaylaştırırken, Fransa'da kırsal toplumun kalıcılığı ve daha geleneksel harcama kalıpları Fabrika endüstrisinin gelişimini kısıtlamak için harekete geçti. Fransa'daki tüketim kalıpları fabrika endüstrisine daha az uygun görünüyordu.”[61] Üçüncü olarak, Fransız sanayisi standardize ve seri üretimde değil, baskılı pamuk ve lüks ipek gibi daha yüksek kaliteli ve el işi gerektiren ürünlerde uzmanlaşmıştı ve bu tür bir üretim tercihi küçük ölçekli atölyeler için daha uygundu[62] Dördüncü olarak da, Fransız kırsal endüstrisi, muhtemelen piyasa entegrasyonu Britanya’ya nispeten daha düşük olduğundan dolayı, daha az rekabete maruz kalmış ve bu yüzden de çoğunlukla varlığını koruyabilmişti.

 

Söz konusu dönemde, yukarıda, fabrika sisteminin doğuşuna yol açan üç temel faktör olarak analiz ettiğim üç temel faktörden ikisi: büyük makineler ve sabit sermaye yatırımları ile bilgi asimetrisi-teşvik sorunu Fransa’da da mevcuttu. Ama bunların varlığı yine de bir fabrika sisteminin tam anlamıyla hakimiyetini doğurmadığı gibi daha farklı sebepler de fabrika sisteminin Fransa’da konsolide olmasını engelledi. Bu bağlamda yeniden dile getiriyorum ki, yukarıda detaylıca analiz ettiğim faktörler, genel bir bakış açısıyla bakarsak, muhtemelen başka faktörlere nispeten en önemliler olmakla beraber her şeyi açıklamaya da haiz değildirler. Fakat yine de Mokyr’ın bilgi bölümü olarak bahsettiğimiz üçüncü temel faktör, hemen önceki paragrafta bahsettiğim diğer dört sebep ile beraber ve hatta muhtemelen bunlardan daha önemli ve etkili bir biçimde Fransa’da fabrika sisteminin yaygınlaşmasını engellemiş olabilir.

 

Bir daha Mokyr’ın teorisini hatırlayalım: İşçilerin tek bir çatı altında, yani fabrikalarda toplanması, bilgiyi taşımanın maliyet ve faydalarının oranının, insanları taşımaya göre oranına bağlıdır. Diğer bir deyişle, insanları taşımanın faydaları ve bilgiyi taşımanın maliyetleri yüksekse, bu durum fabrika sisteminin ortaya çıkmasına yol açacaktır. Ancak, insanları taşımanın faydası ve bilgiyi taşımanın maliyeti nispeten düşükse, bu durum da tam tersine küçük ölçekli bir üretimi destekleyecektir. Bahsedilen süre zarfında, muhtemelen her iki ülkede de bilginin taşınmasının faydası ve maliyetleri konusunda o kadar da büyük bir fark yoktu. Ama insanları taşımanın maliyeti ve faydası esas belirleyici olguydu. Fransa’da bu dönemde ulaşım, tüm yatırımlara rağmen epey yavaş ve pahalı kalmıştı.[63] Fakat yukarıda da ifade ettiğim gibi 17. Yüzyılın sonundan itibaren Britanya bir ulaşım devrimi yaşamış ve insanları taşımanın maliyeti epey azalmıştı. (54. Dipnot’a bak) Aynı zamanda insanları taşımanın faydaları da Britanya’da daha fazlaydı, zira yukarıda da ifade ettiğim gibi, Fransa’da tüketim talepleri daha muhafazakâr ve lüks ürünlere yönelikken, İngiltere’de tüketim talebi standart seri üretimden yanaydı ve bu yüzden Britanya’da, fabrika kurmanın girişimciye sunacağı kâr, Fransa’ya nispetle daha fazlaydı. Şimdi, Mokyr’ın yardımı ile inşa ettiğimiz denklem 1.1’i hatırlayalım:






Şunu söylemeliyim ki, şu an yapacağım karşılaştırma tamamen ordinal niteliktedir; kardinal değildir. Fransa’da “mi” , yani insanları taşımanın maliyeti daha fazlayken, tüketim talebinin daha muhafazakâr olması sebebiyle insanları bir yerde, yani fabrikada toplayıp seri üretim yaptırmanın faydası “fi” daha düşüktür. İngiltere’de de “mi” ulaşım devrimi sebebiyle Fransa’ya nispeten düşüktü ve “fi”yse çok daha yüksekti. Muhtemelen bilgi taşımanın faydaları ve maliyetleri iki ülkede de benzer olduğu için (telgraf gibi iletişim ağı yeniliklerine kadar da böyle kalacaktı) bunların iki ülkede de eşit olduğu varsayımında bulunabiliriz. Peki, bu bizi nereye götürür? Fransa’da üretimin lokasyonu değişkenimiz, yani “lü” 1’den küçükken, Britanya’da bu değişken 1’den büyüktü. Matematiksel teorik çerçeveyi yukarıda inşaa ederken söylediğimiz gibi “lü” eğer 1’den büyükse, fabrika sistemine sebep olacak, 1’den az ise de küçük ölçekli endüstriyi optimal üretim tarzı olarak öne çıkaracaktır. Bu bağlamda modele göre Fransa’da küçük ölçekli sanayi hakim olmalıyken, Britanya’da tam tersine fabrika sistemi yoğunlaşmalıdır. Modelin gösterdiği sonuçlarsa yukarıda bahsettiğimiz tarihsel gerçeklerle uyumludur. Yani, bilgi bölümü faktörü ile Mokyr’ın kavrayışından yola çıkarak ortaya koyduğumuz model, ciddi olarak, neden İngiltere’de fabrika sistemi yaygınlaşmışken, Fransa’da durumun böyle olmadığını açıklamak için önemli bir adaydır.

 

            Sonuç olarak bu makalede, iktisat tarihinin en dramatik ve devrimsel olaylarından birisi olan Fabrika Sistemi’nin doğuşuna ışık tutmaya çalıştık. Esasında üç farklı ama birbirlerini tamamlayıcı faktöre işaret ettik: 1. Hızla artan sabit maliyetler ve yeni büyük makineler. 2. İşçi-işveren arasındaki bilgi asimetrileri ve teşvik sorunları. 3. Bilginin bölümü. Özellikle Britanya örneğinde bu üç faktör beraber hareket etmiş, birbirlerini beslemiş ve tamamlamışlardır. Ama bu demek değil ki sadece bu üç faktör rol oynar; hayır, bu üç faktör en önemli olmakla beraber tek değildirler. Nitekim Fransa örneğinde de gördüğümüz gibi başka nedenler de bunların yanında hatta bazen bunların aksi yönünde, optimal üretim şeklini belirlemeye yardımcı olabilirler. Hülasa, bu vakıa da bir kez daha iktisat tarihinde, her koşulda geçerli olan mutlak doğruların olmadığını tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.


Alp Buğdaycı, Nisan 2024, Münih.

 

Dipnotlar:


[1]:

 https://www.poetryfoundation.org/poems/54684/jerusalem-and-did-those-feet-in-ancient-time

[2] Daron Acemoğlu, Simon Johnson, İktidar ve Teknoloji, 2023, S. 183-4. Bu whig optimizminin en büyük sembollerinden birisi ise Andrew Ure’du. Bu konu için bak: David Landes, The Unbound Prometheus, 1988, S. 115-6; Edward Thompson, İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, 2004, S. 440-4; Leo Huberman, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, 2013, S. 205; Maxine Berg, The Machinery Question and the Making of Political Economy 1815-1848, 1980, S. 197-202.

[3] Bu satırlar abartı içermiyordu, çünkü cidden fabrika sistemindeki şartlar bilindiği üzere berbattı ve o günün şartlarına göre değerlendirirsek bile yine de son derece ahlaksız şeyler yaşanabiliyordu. Örneğin, Britanya’da kölelik çoktan lağvedilmesine rağmen, kasabalarda, yoksulları koruma kanunun sorumluluğunda olan yetim çocuklar, yetkililer tarafından köle gibi fabrikalara satılıyordu. (Paul Mantoux, The Industrial Revolution in the Eighteenth Century, S. 410-1.)

[4] Von Tunzelmann, G. N. (1993). “Technological and organizational change in industry during the Industrial Revolution” in O’Brien and Quinault eds., The Industrial Revolution and British Society, S. 254.

[5] Paul Mantoux, The Industrial Revolution in the Eighteenth Century, 1961, S. 25.

[6] a.g.e. s. 28. Aynı şekilde Huberman, büyük şehirlerin ortaya çıkışını fabrika sistemine bağlamaktaydı. (Huberman, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, 2013, S. 2013). Fakat bu minvalde bir yargı kanımca çok doğru olmayabilir, zira örneğin Fransa’da fabrika sistemi çoğunlukla şehirlerin dışında örgütlenmişti. Bak: Juhasz, R; Squicciarini M. And Voigtlander P. (2024) Technology Adoption and Productivity Growth: Evidence from Industrialization in France, Forthcoming in the Journal of Political Economy.

[7] Joel Mokyr, The Enlightened Economy, 2011, S. 339.

[8] İngilizcesi, “domestic system”dır. Aynı zamanda “put out system” veya “cottage industry” olarak de geçer. Bu sistemi Huberman kısaca şöyle tanımlar: “Lonca sisteminde olduğu gibi usta ile yardımcılar evde çalışarak büyüyen dış pazar için üretim yaparlar. Ama bir önemli fark vardır- ustalar artık bağımsız değildirler; araçlarına sahiptirler ama hammaddelerini kendileriyle tüketici arasına giren aracıdan alırlar; artık ücretle çalışan parça işçisi olmuşlardır.”(Huberman, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, 2013, S. 132) Ayrıca bak: Huberman a.g.e. s. 126-131.

[9] Karl Polanyi, The Great Transformation, 2011, S. 78-9.

[10] Edward Thompson, İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, 2004, S. 244. Clapham gibi gözlemciler, 1840’ta artık fabrika sisteminin tam olarak yerleştiğinden ve galip geldiğinden bahsediyordu.(aktaran: Patrick O’Brien, Çağlar Keyder, Economic Growth in Britain and France 1780-1914, 1978, s 171-2) Fakat bu minvalde bir görüş abartılıdır, zira bak: Mokyr, The Enlightened Economy, 2011, S. 347.

[11] Joel Mokyr, The Enlightened Economy, 2011, S.  339; Leo Huberman, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, 2013, S. 130.

[12] Paul Mantoux, The Industrial Revolution in the Eighteenth Century, 1961, S. 35.

[13] David Landes, The Unbound Prometheus, 1988, S. 114.

[14] Juhasz, R; Squicciarini M. And Voigtlander P. (2024) Technology Adoption and Productivity Growth: Evidence from Industrialization in France, Forthcoming in the Journal of Political Economy.

[15] Paul Mantoux, The Industrial Revolution in the Eighteenth Century, 1961, S. 25.

[16] Paul Mantoux, The Industrial Revolution in the Eighteenth Century, 1961, S. 39. Ayrıca bak: Huberman, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, 2013, S. 188.

[17] Robert Allen, The British Industrial Revolution, 2011, S. 182.

[18] Gregory Clark, The Industrial Revolution, Handbook of Economic Growth 2. Cilt, S. 217-262.

[19] Eric Hobsbawm, Industry and Empire, 1987, S. 56.

[20] Joel Mokyr, The Lever of the Riches, 1992, S. 83.

[21] Edward Thompson, İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, 2004, S. 247.

[22] Ivan Berend, An Economic History of Nineteenth Century Europe, 2013, S. 60.

[23] Mokyr, J. (2000). The rise and fall of factory system: technology, firms, and households since the industrial revolution, Carnegie-Rochester Conference Series on Public Policy 55 (2001), s 12.

[24] Joel Mokyr, The Enlightened Economy, 2011, S. 261-2. Ayrıca, büyük sabit sermaye yatırımlarının bu döneme kadar nadir olmasını, şirketlerin muhasebe yöntemlerinin yetersiz kalmasından da anlayabiliriz. Bu dönemde, muhasebe yöntemleri, sermaye stoklarını düzenli şekilde kaydetmekten bile aciz kalmıştı. (Mokyr a.g.e. s. 349-350.) Bu olay, bize bu minvalde sermaye yatırımlarının bu döneme kadar işletmeler nezdinde olağandışı bir şey olduğu konusunda ipucu verebilir.

[25] Allen, Sanayi Devriminin kökeninde, yüksek ücretlerin yattığını zira yüksek ücretlerin, bunlardan kaçınmak isteyen iş adamlarına inovasyon için teşvik verdiğini ifade eder. (Robert Allen, The British Industrial Revolution In Global Perspective, 2011.) Allen ampirik olarak gösterdiği üzere özellikle fabrika sisteminin doğuş yeri olan tekstil endüstrisi bilhassa emekten tasarruf ederek sermaye yatırımlarını yönelmişti. (Allen, 2011, S. 184-5) Landes ise Allen’ın sanayi devrimi hakkındaki genel tezini, çok daha önce dile getirmişti.(Landes, The Unbound Prometheus, 1988, S. 115-6) İktisat literatüründe bu hususa “biased-directed technological change” denir. Bu kavram için bak: Acemoglu, Daron. “Directed Technical Change.” The Review of Economic Studies, vol. 69, no. 4, 2002, pp. 781–809; Acemoglu, Daron. “When Does Labor Scarcity Encourage Innovation?” Journal of Political Economy 118, no. 6 (2010): 1037–78. Ayrıca iktisat tarihi bağlamında bu konuyu ele alan bazı güzel çalışmalar için bak: Voth, H, B Caprettini and A Trew (2023), ‘DP17881 Fighting for Growth: Labor Scarcity and Technological Progress During the British Industrial Revolution‘, CEPR Discussion Paper No. 17881. CEPR Press, Paris & London; Caprettini, B. and H.-J. Voth (2020): “Rage against the Machines: Labor- Saving Technology and Unrest in Industrializing England,” American Economic Review: Insights, 2, 305–320; Franck, R. (2022): “Labor Scarcity, Technology Adoption and Innovation: Evidence from the Cholera Pandemics in 19th Century France,” CEPR Discussion Paper, 16928; Dechezlepreˆtre, A., D. Hemous, M. Olsen, and C. Zanella (2019): “Automating Labor: Evidence from Firm-level Patent Data,” CEPR Discussion Paper; Hornbeck, R. and S. Naidu (2014): “When the Levee Breaks: Black Migration and Economic Development in the American South,” American Economic Review, 104, 963–990; Clemens, M. A., E. G. Lewis, and H. M. Postel (2018): “Immigration Restrictions as Active Labor Market Policy: Evidence from the Mexican Bracero Exclusion,” American Economic Review, 108, 1468–1487; Andersson, D., M. Karadja, and E. Prawitz (2022): “Mass Migration and Technological Change,” Journal of the European Economic Association, 20, 1859– 1896.

[26] Fakat, Allen’ın tezlerine çok ciddi ve kanımca haklı sayılabilecek itirazlar vardır: özellikle de bazı tarihsel veriler, o dönemde Britanya’da ücretlerin o kadar da yüksek olmayabileceğini gösterir. Bunun için bak: Stephenson(2018) “ “Real” Wages? Contractors, workers, and pay in London building trades, 1650-1800,” The Economic History Review, 71, p. 106-132; Stephenson(2018), Mistaken wages: the cost of labour in the early modern English economy, a reply to Robert C. Allen, The Economic History Review, 72, p. 755-769. Ayrıca bak: Joel Mokyr, The Lever of the Riches, 1992, S. 165-7; Mokyr, The Enlightened Economy, 2011, S. 267-272.

[27] Christine MacLeod, Inventing the Industrial Revolution, 2002, S. 158-181.

[28] Leo Huberman, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, 2013, S. 133.

[29] Joel Mokyr, The Lever of the Riches, 1992, S. 113-4.

[30] Joel Mokyr, The Enlightened Economy, 2011, S 341.

[31] Cookson, G. (1997) Family Firms and Business Networks: Textile Engineering in Yorkshire 1780-1830. Business History, 39, 1-20.

[32] Szostak, Rick. 1989. “The Organization of Work: The Emergence of the Factory Revisited.” Journal of Economic Behavior and Organization 11, S. 345.

[33] Joel Mokyr, The Enlightened Economy, 2011, S. 342.

[34] Ayriyeten, Acemoğlu ve Johnson şu olguya da parmak basar: “Su gündüz ve gece vakti hiç durmadan aktığı için fabrika hiç durmadan çalışabiliyordu. Fabrika kurmak pahalıydı. Girişimciler bu maliyetin altına bir kez girdi mi mümkün olduğunca yoğun bir şekilde, gece geç saatlere kadar, hatta tercihen 24 saat boyunca ekipmanlarını çalıştırmak istiyorlardı.” (İktidar ve Teknoloji, 2023, S. 174)

[35] Joel Mokyr, The Gifts of Athena, 2002, S. 134.

[36] Mark Koyama, Jared Rubin, How the World Became Rich, 2022, S. 161-2. Bu olgunun en önemli sebebi muhtemelen, “tüketim devrimiydi”. Bak: De Vries, J. (1994). The Industrial Revolution and the Industrious Revolution. The Journal of Economic History54(2), 249–270; Jan De Vries, The Industrious Revolution, 2008.

[37] Joel Mokyr, The Enlightened Economy, 2011, S. 343.

[38]” Burada standardizasyon ihtiyacı özellikle önemlidir. Malları yüz yüze satmak standardize edilmiş bir ürün gerektirmez; ama numuneye göre satış gerektirir. Yeni ve daha iyi dağıtım yöntemlerinden yararlanabilmek için standartlaştırılmış bir ürün üretmek gerekiyordu. Fabrikanın ortaya çıkışının en önemli nedeni bu olabilir. Hemen hemen tüm endüstriler için, farklı ev endüstrisinde bulunan iki işçinin aynı ürünü üretemeyeceğini söylemek doğru olacaktır. İşçiler merkezi bir işyerinde bir araya geldi ve denetlendi. Özünde üretilen malın türü değişti. Ev endüstrisi sisteminde, sıradışı bir X malı üretmede bir avantajı olabilirken, fabrikalar, standartlaştırılmış X malını üretmede açık bir avantaja sahip olacaktı ve artan standardizasyonun arkasındaki itici güç, ulaşımdaki gelişmelerin getirdiği dağıtım yöntemlerindeki değişiklikti.” (Szostak, Rick. 1989. “The Organization of Work: The Emergence of the Factory Revisited.” Journal of Economic Behavior and Organization 11, S.355.)

[39] Mokyr, J. (2000). The rise and fall of factory system: technology, firms, and households since the industrial revolution, Carnegie-Rochester Conference Series on Public Policy 55 (2001), S. 16.

[40] Alchian, A. A., & Demsetz, H. (1972). Production, Information Costs, and Economic Organization. The American Economic Review62(5), S. 779.

[41] Mokyr, J. (2000). The rise and fall of factory system: technology, firms, and households since the industrial revolution, Carnegie-Rochester Conference Series on Public Policy 55 (2001), S. 17.

[42] Teknolojinin epistemolojik temelinin kavramsallaştırılması hakkında bak: Joel Mokyr, The Gifts of Athena, 2002, S. 12-21.

[43] Joel Mokyr, Long Term Growth and Technological Change, Handbook of Economic Growth, 1. Cilt, S. 1122.

[44] Bu yeterlilik tabiki de kullanılan tekniğin komple epistemolojik ve bilimsel temelini kapsamıyordu ama yine de ciddi biçimde kesişiyordu. Hele ki, mikro-icatlar ile teknikler daha kullanıcı-dostu hale gelmeden önce, epistemolojik temel işçiler için epey önemliydi.

[45] Joel Mokyr, The Gifts of Athena, 2002, S. 139.

[46] Joel Mokyr, The Gifts of Athena, 2002, S. 140.

[47] Şu karıştırılmamalı, burada bahsedilen şey Smith’in bahsettiği biçimiyle bir “iş bölümü”, yani “the division of labor” değildir. Burada bahsedilen şey daha ziyade “bilgi bölümü” yani “The division of knowledge”dır.

[48] Epistemolojik temelin daha iyi kavranması ve bir tekniğin bilimsel açıdan hangi prensiplere dayanarak çalıştığının anlaşılması esasında mikro-icatların gerçekleşmesinde aşırı önemlidir. “Mikro İcat” kavramsallaştırması için bak: Joel Mokyr, The Lever of the Riches, 1992, S. 10-4.

[49] Becker, Gary and Murphy, Kevin M., (1992), The Division of Labor, Coordination Costs, and Knowledge, The Quarterly Journal of Economics, 107, issue 4, p. 1137-1160.

[50] Mokyr, J. (2000). The rise and fall of factory system: technology, firms, and households since the industrial revolution, Carnegie-Rochester Conference Series on Public Policy 55 (2001), S. 21. Ayrıca, bu nokta esasında, Avner Greif’in ünlü “The fundamental problem of exchange” dediği olguyu sanımca epey andırıyor. Bak: Greif, A. (1993). Contract Enforceability and Economic Institutions in Early Trade: The Maghribi Traders’ Coalition. The American Economic Review83(3), 525–548.

[51] Joel Mokyr, The Gifts of Athena, 2002, S. 141.

[52] Mokyr, J. (2000). The rise and fall of factory system: technology, firms, and households since the industrial revolution, Carnegie-Rochester Conference Series on Public Policy 55 (2001), S. 21.

[53] a.g.e. s. 23.

[54] Şu konuyu ifade etmeden geçmeyeyim. Bildiğim kadarıyla, Szostak ilk olarak insan taşımanın maliyetindeki muazzam düşüş ve ulaşım olanaklarının iyileşmesinin fabrika sisteminin doğuşuna sebep olabileceğini ifade etmişti. ( Szostak, Rick. 1989. “The Organization of Work: The Emergence of the Factory Revisited.” Journal of Economic Behavior and Organization 11, 343-358. Ayrıca bu dönemde, İngiltere’deki ulaşım devrimi konusunda bak: Joel Mokyr, The Enlightened Economy, 2011, S. 198-218; Bogart, D.(2014) “The Transport Revolution in Industrializing Britain: A Survey”, in Floud and Humphries eds., The Cambridge Economic History of Britain 1700 to 1870, Cambridge University Press; BOGART, D. (2011). Did the Glorious Revolution contribute to the transport revolution? Evidence from investment in roads and rivers. The Economic History Review64(4), 1073–1112; Bogart, D. (2005). Turnpike Trusts, Infrastructure Investment, and the Road Transportation Revolution in Eighteenth-Century England. The Journal of Economic History65(2), 540–543; BOGART, D. (2011). Did the Glorious Revolution contribute to the transport revolution? Evidence from investment in roads and rivers. The Economic History Review64(4), 1073–1112.

[ 55]Geraghty, Thomas M., 2007. “The factory system in the British industrial revolution: A complementarity thesis,” European Economic Review, Elsevier, vol. 51(6), P. 1329-1350

[56] Bu soru esasen eskiden, 50-60 sene önce, iktisat tarihinin temel bulmacasıydı. Fakat son 20-25 senede artık kısmi olarak Avrupa-merkeziyetçi sayılabilecek bu soru yerini daha küresel ölçekte olan “neden bazı ülkeler diğerlerine göre daha zengin?” sorusuna bıraktı.(Robert Allen, Global Economic History, 2011, S. 1) Esasında bunun iki tane sebebi vardır. İlk olarak, Chicago Okulu’nun (esasında birbirleriyle alakası olmayan üç tane Chicago ekolü vardır: Neoliberal/monterasitler; Chicago Sosyoloji ekolü ve benim bahsettiğim, Kenneth Pomeranz’ın öncülüğünü yaptığı, iktisat tarihini özellikle küresel bağlamda yorumlamaya çalışan sosyal bilimciler. Chicago okulu hakkında epey yüzeysel olmasına rağmen bir giriş için şuraya bakılabilir: https://www.ttk.gov.tr/wp-content/uploads/2022/01/10.37879-9789751749994.2022.40.pdf ) yükselişi. Chicago Okulu’nun magnum opusu şu’dur: Kenneth Pomeranz, The Great Divergence, 2021. İkinci olarak da Fransız iktisadi tarihi araştırmalarında, 1980’lerin başından itibaren yeni yayınlanan ampirik çalışmaların o zamana kadar süren geleneksel Fransız İktisadi Tarihi anlayışının tamamen geçersiz olduğunu göstermesidir. Daha önceki geleneksel, Fransa iktisat tarihi anlayışı, 19. Yüzyıl Fransız iktisat tarihini O’Brian ve Keyder’in deyimiyle “bir gerileme ya da göreli geri kalmışlık hikayesi”( Patrick O’Brien, Çağlar Keyder, Economic Growth in Britain and France 1780-1914, 1978, S. 194) olarak değerlendiriyordu. Geleneksel görüş, 19. Yüzyıl Fransa’sının Britanya’ya kıyasla epey geri kaldığını ve ekonomik kalkınmanın tam anlamıyla gerçekleşemediğini ve durum böyle olunca da İngiltere’nin zıt modeli olarak karşılaştırmaya müsait olduğunu iddia etmekteydi. Ne var ki daha sonra ortaya çıkan veriler, bu minvalde görüşün baştan aşağı yanlış olduğunu, hatta tam tersine işçi başına üretim verimliliğinin Fransa’da 19. Yüzyıl boyunca Britanya’dan bile yüksek olduğunu, 1800’den itibaren Fransa’nın dönem standartlarınca muazzam sayılabilecek bir iktisadi kalkınma trendi yakaladığını kanıtladı. Bu konuda mutlaka bakılması gereken çalışma şudur: Crouzet, F. (2003). The Historiography of French Economic Growth in the Nineteenth Century. Economic History Review 62(2), 215–242. Aynı zamanda son yapılan bir çalışma da İngiltere ve Fransa’daki icatlar birbirlerinden beslendiğini ve beraber ilerlediğini belgelemiştir, bak: Hallmann, Carl; Rosenberger, Lukas; Yavuz, Emre E. 2021 (Nov.). Invention and Technological Leadership During the Industrial Revolution. Working Paper.

[57] Joel Mokyr, The Lever of the Riches, 1992, S. 260; Ivan Berend, An Economic History of Nineteenth Century Europe, 2013, S. 167; Colin Heywood, 1995 The Development of French Economy, 1750-1914, S. 10.

[58] Patrick O’Brien, Çağlar Keyder, Economic Growth in Britain and France 1780-1914, 1978, S. 178.

[59] Mark Koyama, Jared Rubin, How World Became Rich, 2022, S. 184. Galor’un “Birleşik Büyüme Teorisine” göre, demografik geçiş esas itibariyle insan sermayesi yatırımının getirisinin artışının bir sonucudur, bak: Oded Galor, Unified Growth Theory, 2011. Ayrıca yeri gelmişken şundan da bahsedelim, Britanya’da 19. Yüzyılda mevcut bulunan “düşük basınçlı demografik rejim” Sanayi Devrimi’ne çok önemli katkılarda bulunmuş ve hatta Sanayi Devrimi’nin vazgeçilmez sebeplerinden birisi olmuştu, bak: Voigtlander, N. And Voth H.(2006) Why England? Demographic Factors, Structural Change and Physical Capital Accumulation during the Industrial Revolution. Journal of Economic Growth, 11, 319-361.

[60] Paul Mantoux, The Industrial Revolution in the Eighteenth Century, 1961, S. 27.

[61] Patrick O’Brien, Çağlar Keyder, Economic Growth in Britain and France 1780-1914, 1978, S. 167-8.

[62] David Landes, The Unbound Prometheus, 1988, S. 163-4; Hau M.(2010). “Entrepreneurship in France”, The Invention of Enterprise, 2010, S. 306; Ivan Berend, An Economic History of Nineteenth Century Europe, 2013, S. 199.

[63] Ivan Berend, An Economic History of Nineteenth Century Europe, 2013, S. 130; Szostak, Rick. 1989. “The Organization of Work: The Emergence of the Factory Revisited.” Journal of Economic Behavior and Organization 11, S. 346-7.


Yorumlar