Sömürgecilik, Küresel Ticaret ve Sanayi Devrimi: Emperyalizmin Britanya Sanayi Devrimi’ndeki Rolü Üzerine Bir İnceleme

 Sömürgecilik, Küresel Ticaret ve Sanayi Devrimi: Emperyalizmin Britanya Sanayi Devrimi’ndeki Rolü Üzerine Bir İnceleme

 

Britanya ve daha genel olarak Batı Avrupa’da Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesinin ardındaki faktörleri ele alan yazında, emperyalizmin önemini vurgulayan çalışmalar çok kritik bir yer işgal etmektedir. Bu çalışmalar, Sanayi Devrimi ve daha genel olarak modern ekonomik büyümenin Batı’nın emperyalist politikalarına dayanarak ortaya çıktığını öne sürmektedir. Örneğin, bu bağlamda Andre Gunder Frank şöyle der: “Ekonomik gelişme ve az gelişmişlik, madalyonun iki yüzünü oluşturur.”[1]  Dolayısıyla bu makalede Britanya’da Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkışında emperyalizmin rolünü ele almaya çalışacağım. Bunu yaparken de aslında, Batı’nın kalkınmasında emperyalizmin rolünü vurgulayan külliyatın gerçekten Batı’nın yükselişini açıklayıp açıklayamadığını da irdelemiş olacağım. 

 

Tabii ki, bahsi geçen çalışmalar kendi içlerinde birçok farklı varyant ve nüans bulundurmaktadır. Örneğin, “emperyalizm” olgusu kimi zaman salt olarak sömürgecilik ile özdeşleştirilirken, bazen de daha da genel olarak tüm asimetrik güç dengelerine dayalı ikili ticaret ilişkilerini tanımlamak için de kullanılmaktadır. Ne var ki, bu nüansların yine de, emperyalizmin Sanayi Devrimi’ndeki önemini vurgulayan külliyatın genel bir tahlilini yapmanın önünde bir engel teşkil ettiğini zannetmiyorum. Nitekim makale boyunca, farklı noktaları vurgulayan çeşitli açıklamaları da olabildiğince analiz etmeye çalışacağım. 

 

Marksist literatür, Sanayi Devrimi’nin gerçekleştirilmesi için gerekli sermayenin, sömürgeci faaliyetler sayesinde biriktirilebildiğini vurgulamaktadır. Karl Marx şöyle yazar: “Amerika'da altın ve gümüş madenlerinin keşfi, yerli halkın kökünün kazınması, köleleştirilmesi ve madenlerin bunların mezarı haline getirilmesi, Doğu Hint Adaları'nın fethine ve yağmalanmasına başlanması, Afrika'nın, siyah derililerin ticari amaçlarla avlandığı bir alana çevrilmesi, kapitalist üretim çağının şafağının işaretleriydi. Bu saf ve temiz süreçler ilk birikimin ana uğraklarını oluşturur.” [2] Başka bir deyişle, sınai kapitalizmini başlatmak için gerekli sermaye, sömürü ile biriktirilebilmişti. Zira Leo Huberman’ın kaydettiği gibi, “(daha önceden) birikmiş sermaye olmadan, bildiğimiz anlamda endüstriyel kapitalizm mümkün olamazdı.”[3] Marx bu konuda yine şöyle yazar: “Sömürgeler, gelişen manifaktürlere piyasa ve piyasa tekeli yoluyla da güçlenmiş bir birikim sağlamıştı. Avrupa'nın dışında doğrudan doğruya yağma, köleleştirme ve katletme yoluyla ele geçirilen servet anayurda akmış ve orada sermayeye dönüşmüştü.”[4] Özetle, Marx, sınai kapitalizminin doğuşu için gereken sermaye birikiminin sömürgecilik ile sağlandığını vurgulamakta ve bu bağlamda sömürgeciliğin doğrudan Sanayi Devrimi’nin en temel ayaklarından birisini teşkil ettiğini ifade etmektedir. [5] Peki cidden sömürgecilik, “ilkel sermaye birikimi” yoluyla, doğrudan Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkışına katkı sağlamış mıydı? 

 

Bu soruya, veriler bağlamında, olumlu bir cevap vermek zordur. Öncelikle, Batı Avrupa ve İngiltere’nin sömürgeleri ve tüm “üçüncü dünya” bölgeleriyle [6] arasındaki ekonomik ilişkiler, Batı Avrupa ve Büyük Britanya ekonomisinde nispeten küçük bir hacme ihtiva etmekteydi. Paul Bairoch, 18. Yüzyılda Batı Avrupa’nın, dünyanın tüm geri kalanı ile (sömürgeler de dahil) yaptığı emtia ticaretinin toplam hacminin, Batı Avrupa ekonomisinin yüzde 4’ünden az olduğunu hesaplamaktadır.[7] Patrick O’Brien da 1785 yılında, Britanya’nın sömürgeleri de dahil, tüm çevre ülkeleriyle ticari ilişkilerinin sonucunda gerçekleşen yıllık toplam kâr akışının sadece 5.6 milyon sterlin değerinde olduğunu hesaplamaktadır. [8] Ayrıca, O’Brien, tüm üçüncü dünya ülkeleri ile yapılan ticaretin sonucunda elde edilen kârların, Britanya’da 1760-1850 arasında yapılan brüt yatırım harcamalarının en fazla yüzde 15’ini finanse etmeye yetecek kadar olduğunu saptamakta ve eğer ki Üçüncü Dünya ülkeleri ile ticari ilişkilere girmeseydi, yıllık brüt yatırım harcamalarının en fazla yüzde 7 daha az olacağını tahmin etmektedir.[9] Ne var ki, Joseph Inikori, 19. Yüzyıl başında çevre bölgelerden yapılan ithalat seviyesinin, O’Brien’ın tahmininin neredeyse iki katı fazla olduğunu ileri sürmektedir.[10] Fakat Acemoğlu, Johnson ve Robinson’un da işaret ettiği gibi, eğer Inikori’nin verilerini kullansak bile, üçüncü dünya ile ekonomik ilişkilerden elde edilen kârların, 19. Yüzyıl Britanya’sındaki toplam sermaye birikimine katkısı yüzde 15’ten daha az olmaktadır.[11] Ayrıca O’Brien ve Keyder’in de işaret ettiği gibi, Britanya ekonomisinde, anakara dışındaki varlıklardan elde edilen kazançların yurtiçi tüketime ve yatırıma yaptığı net katkı mütevazi boyutlardaydı ve en yüksek seviyesinde (20. Yüzyıl başında) dahi, dış ticaret dengesinin yüzde 37’sine denk gelmekteydi.[12]

 

Emperyalizmin Britanya ve daha genel olarak Avrupa’nın yükselişinde oynadığı rolü Eric Williams kölelik bağlamında ifade etmektedir.[13] Sömürgelerdeki köleliğe dayalı ekonomik faaliyetlerden elde edilen sermaye birikiminin doğrudan Britanya sanayi kapitalizminin ortaya çıkışında mühim bir paya sahip olduğu tezi, “Williams Tezi” olarak da bilinmektedir.[14] Heiblich ve diğerleri, kölelik ve köleliğe dayalı ekonomik faaliyetlerden elde edilen kazançların [15] iktisadi etkilerini Britanya üzerinden ampirik olarak test ederler ve sonuç olarak da köleliğin toplamda kişi başına düşen milli gelirde yüzde 3.5’lik bir artışa sebep olduğunu ortaya koyarlar. Üstelik çalışma, köleliğin kazançlarının sermayedar sınıfta yoğunlaştığını ve sermayedar sınıfın gelirini yaklaşık yüzde 10 kadar arttırdığını da belgelemektedirler. [16] Bu o dönem için çok büyük bir sayıdır, fakat belirleyici olmaktan uzaktır. Kısacası ifade edilebilir ki, kölelikten elde edilen sermaye birikimi Britanya Sanayi Devrimi’ni her ne kadar hızlandırmış olsa da, vazgeçilmez mahiyette bir faktör niteliğine haiz değildir. Nitekim Britanya, tüm Transatlantik köle ticaretinin dörtte birinden sorumluyken, Portekiz İmparatorluğu ise tüm Atlantik köle ticaretinin yarısından sorumluydu.[17] Mamafih, Sanayi Devrimi Portekiz’de değil; Britanya’da gerçekleşmişti.

 

Tabii ki tüm bu rakamlar, emperyalizmin Britanya’da sermaye birikimine çok önemli katkılar sunduğuna işaret etmektedir. Lakin David Landes’in de yazdığı gibi: “Sömürge topraklarının bazı Avrupa ülkelerinin zenginleşmesine ve gelişmesine katkıda bulunduğunu söylemek bir şeydir; ancak bunların bu gelişimin gerekli ya da yeterli bir koşul olduğunu söylemek bambaşka bir şeydir.”[18] Dolayısıyla veriler ekseninde ifade edilebilir ki, Britanya’nın üçüncü dünya ülkeleri ile ekonomik ilişkilerinin tek başlarına doğrudan, Britanya Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesinde belirleyici bir rol oynadığını öne sürmek çok zordur.

 

Britanya’nın sömürgeleri dahil tüm üçüncü dünya bölgeleri ile ticari ilişkilerinden elde ettiği kârların, sermaye birikimine en iyi ihtimalle “mütevazi” bir katkı sağlamış olduğunu gördük. Peki acaba üçüncü dünya bölgeleri, sınai ürünlerinin satılacağı bir pazar görevi görerek Sanayi Devrimi’nin Britanya’da gerçekleşmesine bir katkı sağlamış olabilirler mi? Başka bir deyişle, bu bölgeler yeni sanayi ürünleri için talep oluşturarak, bu ürünlerin imalatını kolaylaştıracak inovasyonların yapılabilmesi için teşviki artırmış olabilir mi? Britanya Sanayi Devrimi’nin önde gelen mucitlerinden Matthew Boulton, ortağı James Watt’a buhar makinesi hakkında, 1769 yılındaki yazdıkları cidden de durumun böyle olabileceği yönünde bir ipucu sunmaktadır: “Bu motoru sadece üç ilçe için üretmek benim için kârlı değil, ancak bu ürünü tüm dünya pazarları için üretmek benim için çok kârlıdır."[19] Bununla beraber, bu hususu yekpare olarak analiz edebilmemiz için Britanya’nın ihracat kalemlerini incelememiz gerekmektedir. Bairoch, 1720-1780 arasında, tüm üçüncü dünya ülkelerinin, İngiliz ürünlerine olan toplam talebin, en fazla sadece yüzde 3’ünü sağladığını hesaplamaktadır.[20] 1840’larda bile, toplam Britanya ihracatının yüzde 25’inden daha az bir kısmı üçüncü dünya ülkelerine gitmekteydi. Bu dönemde toplam ihracat kalemlerinin Britanya GSYİH’sının toplam yüzde 13’ünü oluşturduğunu göz önünde bulundurursak, bu bağlamda, 1840’larda üçüncü dünya ülkelerine yapılan ihracatın Britanya GSYİH’nin sadece yüzde 3.3’üne tekabül ettiğini hesaplayabiliriz. Üstelik, gerek 18. gerek 19. Yüzyılda Britanya ürünlerine dış piyasalardaki talebin çoğunluğu, sömürgeler veya üçüncü dünya ülkelerinden değil; Avrupa ve ABD’den gelmekteydi.[21] Ayrıca ifade etmekte fayda vardır ki, 1715-1784 arasında Fransa’nın çevre bölgelerle ticareti, Britanya’ya nispeten çok daha hızlı büyümüş, başka bir deyişle Britanya bu hususta Fransa’nın gerisinde kalmıştı. [22] Hülasa, Britanya’nın üçüncü dünya ülkeleri ile ekonomik ilişkilerinin, Britanya ürünlerine talep sağlayarak; veya başka bir deyişle Britanya’ya karşı bir pazar görevi görerek, Sanayi Devrimi’ne büyük bir katkı sağladığını ifade etmek, pek gerçekçi olmayacaktır. [23] Üstelik en baştan esas itibariyle Britanya Sanayi  Devrimi, Mokyr’ın klasikleşmiş çalışmasının gösterdiği üzere talebe dayanmamaktaydı.[24]

 

         Birçok çalışma, Britanya Sanayi Devrimi’nde ham madde olarak pamuğun çevre bölgeler ve bilhassa da Hindistan ve Yeni Dünya’dan ithal edilmesinin hayati rolüne dikkat çeker.[25] Fakat bu görüş aslında Sanayi Devrimi’nin gerçek muhtevası hakkında yanlış bir tasavvura dayanmaktadır. İlk olarak, Hobsbawm gibi birçok tarihçi Sanayi Devrimi’ni tekstil sektörüne indirgeme hatasına düşmektedir. [26] Lakin, Sanayi Devrimi, metalürjiden kimyaya kadar birçok farklı sektöre dayanmaktaydı.[27] Nitekim Britanya ekonomisi tekstil sektöründeki büyük icatlardan çok daha önce düzenli verimlilik büyümesi sergilemeye başlamıştı.[28] İkinci olarak, tekstil sektöründe inovasyonların ham maddeye yoğun olarak kullanılmasının sebebi, yoğun ham madde kullanımının “vazgeçilmez” olmasından değil, diğer üretim faktörlerine oranla nispi açıdan daha ucuz olması [29] ve dolayısıyla bu karşılaştırmalı avantaj dolayısıyla inovasyonun ham madde yoğun şekilde gerçekleşmesinden kaynaklanmaktadır. Bu olgu esas itibariyle “yönlendirilen teknolojik değişim”(directed technological change) olarak kavramsallaştırılmaktadır. Kısacası bu kavramsal çerçeve, teknolojinin yönünün; üretim faktörlerinin göreceli fiyatları ve bunlardaki değişimlerce yönlendirildiğini ifade etmektedir. Mesela, eğer ham maddenin fiyatı, emek gücüne göre daha düşükse, o zaman inovasyon, emek gücünden tasarruf edip kömür yoğun yöntemler kullanacaktır. Uzun lafın kısası, teknoloji belli bir üretim faktörüne doğru yanlıdır (biased) ve bu yanlılık durumu da üretim faktörlerinin nispi fiyatlarınca belirlenmektedir.[30] Örneğin, Britanya’da buhar makinelerinin kömüre dayanacak şekilde icat edilmelerinin sebebi, kömürün alternatif enerji kaynaklarına kıyasla 19. Yüzyıl sonunda daha ucuz hale gelmesinden kaynaklanmaktaydı.[31] Hakikaten de Mokyr’ın yazdığı gibi, üretim faktörlerinin nispi kıtlığı, “teknolojik ilerlemenin bir yönlendirme mekanizmasıdır, bir primum movens'ı değildir; arabayı hareket ettiren direksiyon değil, motordur.”[32] 

 

Findlay ve O’Rourke iddialı biçimde şöyle bir retorik soru sorar: eğer Yeni Dünya’daki plantasyon ekonomisi Britanya’ya ucuz pamuk sunmasa, Lancashire tekstil sektörünün hali ne olurdu?[33] Aslında bu konuda bize bir fikir verebilecek güzel bir ampirik çalışma mevcuttur. Britanya tekstil sektörü, yüksek kaliteli olduğundan, ABD’nin güneyinde köle gücü ile elde edilen pamuk hammaddesini ithal etmekteydi. Lakin ABD İç Savaşı yüzünden, Konfederasyon’a ambargo uygulanınca, bir anda pamuk ithalatı kesilmişti. Hanlon’un çalışması, bunun sonucu olarak, İngiliz tekstil üreticilerinin üretimi ve makineleri yeniden dizayn etmiş ve daha düşük ve yavan hint pamuğuna dayalı makineler piyasaya sürülmeye başlamıştı.[34] Başka bir deyişle, tekstil teknolojisi hammadde arzındaki bu keskin değişime, üretim teknolojilerini yeniden optimize ederek cevap vermiş ve yüksek kaliteli Amerikan pamuğundan tasarruf etmişti. Bu bağlamda ifade edebiliriz ki, eğer tekstil sektöründe hammadde ithal etme olanakları daha kısıtlı olsa, o zaman üretim buna uygun olarak farklı inovatif bir yön izleyecekti. Hülasa Joel Mokyr’ın işaret ettiği gibi, bir üretim faktörünün kıtlığında, buna yönelik uygulanan yaratıcılık, onu ikame edecek bir şeyler bulmaya yönlendirilirdi.[35] 

 

Üçüncü olarak, aslında pamuk ithalatı ile Sanayi Devrimi arasında, iddia edilenin tersinde bir nedensellik ilişkisi vardır. 1790 sonrasındaki ham pamuk ithalatındaki muazzam artış, pamuk teknolojisindeki gelişmelerin ve inovasyonların bir sonucuydu, nedeni değildi.[36] Bu üç sebepten dolayı, Sanayi Devrimi’nin sebebi olarak çevre bölgelerden pamuk ithalatını vurgulayan teze eleştirel bir gözle yaklaşmanın doğru olacağı kanısındayım.

 

Çevre bölgelerden emtia ithal etme hususunda yine de şurayı unutmamak gerekir ki, 17. Yüzyıldan itibaren, yeni dünya veya üçüncü dünya ülkelerinden Avrupa pazarlarına gelmeye başlayan; kahve, tütün, şeker, kakao, patates veya çay gibi ürünler, doğrudan milli geliri veya sermaye birikimini arttırmamış olsa da, tüketicilerin bütçelerini harcayabilecekleri seçeneklerini arttırarak tüketici refahını önemli ölçüde yükseltmişti. [37] Bununla beraber, Harley 19. Yüzyıl Britanya’sında serbest ticareti bırakıp, otarşist (kendi kendine yeten) bir ekonomiye geçmenin, GSYIH’yı yalnızca yaklaşık yüzde 6 kadar azaltacağını hesaplamaktadır.[38] Dolayısıyla, Britanya’nın iktisadi kalkınmasında ticaretin doğrudan katkısını o kadar da abartmamak, yerinde olacaktır.

 

Buraya kadar, sömürgecilik faaliyetleri ile üçüncü dünya ülkelerinin uluslararası piyasalara entegre olmasının Britanya Sanayi Devrimi’ne belirleyici bir düzeyde doğrudan katkı sağlamadığını veriler ışığında görmüş olduk. Peki sömürgeciliğin Sanayi Devrimi’ne dolaylı bir yoldan katkısı olmuş olabilir mi? Mesela, daha önceki yazılarımda analiz etmiş olduğum Robert Allen’ın “yüksek ücretler hipotezi”, sömürgeciliğin dolaylı etkilerinin Sanayi Devrimi üzerindeki belirleyici bir rolü olduğunu savunmaktadır.[39] Allen’a göre Sanayi Devrimi arifesinde Britanya’daki yüksek ücretlerin varlığı, icatları teşvik etmiş ve böylece Britanya’nın Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirmesini sağlamıştı. Peki, Allen’a göre en başta neden Britanya kıta Avrupası’ndaki en yüksek ücret seviyesine sahipti? Allen, Britanya’nın bu dönemdeki yüksek şehirleşme seviyesinin yüksek emek maliyetinin altındaki temel faktör olduğunu vurgulamaktadır. [40] Çünkü şehirlerde yaşam maliyeti çok daha yüksek olduğundan işçilerin şehirlerde kalmasının sağlanması için maruz kaldıkları sağlıksız ve kötü yaşam koşullarının telafisi mahiyetinde daha yüksek ücret gerekmekteydi. Dolayısıyla Britanya’daki yüksek ücretlerin altında yüksek şehirleşme yatmaktaydı. Peki Britanya’daki hızlı şehirleşmenin temel nedeni neydi? Allen, Atlantik ticaretinin yükselişi ile sömürgeci faaliyetlerinin artışının şehirleşmenin ve dolayısıyla da yüksek ücretlerin temel sebebi olduğunu ve böylece Sanayi Devrimi’nin Britanya’da gerçekleşmesini dolaylı yoldan olsa da belirleyici biçimde etkilediğini kaydetmektedir. Fakat daha önceki makalemde detaylıca tahlil ettiğim gibi, yüksek ücretlerin Britanya Sanayi Devrimi’nin temel sebeplerinden birisi olarak değerlendirmek olanaksızdır.[41]

 

Emperyalizm başka bir dolaylı yoldan Sanayi Devrimi’nde önemli bir rol oynamış olabilir mi peki? Genel bir çerçevede bunu düşünmek için 18. Yüzyılın sömürgeci ülkelerini karşılaştırmalı bir perspektiften inceleyelim. Bilindiği üzere, sömürgecilik ve emperyalizm faaliyetlerini başlatan ve 18. Yüzyılın ortalarına kadar dünyanın en büyük sömürge imparatorluklarına sahip ülkeler, İspanya ve Portekiz imparatorluklarıydı. [42] İspanya ve Portekiz Yeni Dünya’nın en gelişmiş ve zengin bölgelerini imparatorluklarına katmış ve Britanya’ya tarımsal faaliyetlerin bile ölçek ekonomisine uygun olmadığı Kuzey Amerika kalmıştı.[43] Bununla birlikte ilginçtir ki İspanya ve Portekiz göz kamaştırıcı nitelikteki sömürge imparatorluklarına rağmen giderek Britanya ve Hollanda’nın gerisine düşmekteydi. Broadberry ve diğerleri bu konuda şöyle yazar: “Cenevizliler, Portekizliler ve İspanyollar bu denizaşırı girişimlerin öncüsü olduklarına göre, bu girişimlerden en büyük faydayı sağlayacak ülkelerin onlar olması beklenebilirdi. Şüphesiz, Portekiz ve İspanya büyük denizaşırı imparatorluklar kurmuştu. Ancak nihayetinde, güney Kuzey Denizi'ndeki Antwerp, Amsterdam ve Londra gibi limanlar ve onların daha küçük uyduları, ticareti daha fazla yönlendirdi ve daha büyük ticari kazançlar sağladı.”[44] 

 

Peki neden ilk sömürge imparatorluklarını kuran İspanya ve Portekiz ekonomik olarak geriye düşerken, Britanya veya Hollanda tam tersi bir trend izledi? Bu olgu acaba sömürgecilik faaliyetinin ülkelerin bazı karakteristik özellikleri ile etkileşime girip, bu etkileşimin kalkınmayı mümkün kılacak bazı koşulları dolaylı biçimde tayin etmiş olabilmesinden kaynaklanıyor olabilir mi? Acemoğlu, Johnson ve Robinson(AJR)nın ortaya koyduğu gibi, aslında durum tam olarak da böyleydi.[45] AJR, sömürgeciliğin Kuzey Batı Avrupa’da kurumların değişmesini ve iktisadi büyümeyi mümkün kılacak biçimde düzenlenmesini sağladığını, kurumsal değişimi teşvik ettiğini ve böylece de dolaylı yoldan Batı ve daha spesifik olarak Britanya’nın iktisadi olarak kalkınmasını dolaylı yoldan belirlemiş olduğunu öne sürmektedir. Şöyle ki, sömürgecilik ve daha spesifik olarak Atlantik ticareti Britanya ve Hollanda’da kraliyet, aristokrasi ve genel olarak status quo’dan bağımsız bir burjuva sınıfının doğuşuna yol açmıştı. Diğer bir deyişle, Atlantik’in fırsat ve zenginliklerle dolu yeni dünyası, Avrupa’da ancien regime’lerden bağımsız olan güçlü yeni bir sosyal sınıf yaratmış, bu olgu da dönemin Avrupa’sında güç dengelerini altüst etmişti. Bu değişen güç dengesi, Sanayi Devrimi’ni mümkün kılacak kurumsal yapıların filizlenmesini sağlayacaktı; nitekim bu yeni sosyal sınıf, özellikle Britanya’da monarkın gücünün sınırlandırılması için verilen çatışmalardaki belirleyici rolü oynamıştı. Sömürgecilikten elde edilen sermaye birikimi ve kârların mahiyetlerini yukarıda verilerle aktarmaya çalışmıştım. Sömürgeler ve küresel ticaretten elde edilen sermaye birikimi ve kâr akışları, her ne kadar tek başına Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirebilecek seviyelerde olmasa da, belli bir sınıfın elinde toplandığında, Britanya’nın sosyo-ekonomik panoraması ve güç dengesini kökten sarsabilecek boyutlardaydı. Nitekim Sven Beckert’in ifadesiyle, “(…) bu tüccarlar uzun mesafeli ticaretten servet kazandıkça, onlardan gelir elde etmeye gitgide daha bağımlı olan hükümetten politik koruma talep edebiliyor” [46] ve böylece monarşinin keyfi biçimde vergi koyma ve kamulaştırma yetkilerini sınırlandırıp özel mülkiyete saygı gösterecek kurumların inşasını destekliyorlardı. Mesela Saumitra Jha, 17. Yüzyıl Britanya Parlamentosu’nda bir milletvekilinin deniz aşırı anonim şirketlerde hissesinin bulunmasının İngiliz İç Savaşı sırasında krala karşı parlamentonun üstünlüğünü destekleme olasılığını yüzde 15.9 artırdığını ve deniz aşırı anonim şirketlerde hisse senedi sahipliğinin, daha önce hiçbir ticari çıkarı olmayan veya mecliste tarafsız bir tutum takınmış bir milletvekilini bile kral karşıtında tavır almaya ittiğini ampirik olarak belgeler.[47] Üstelik çalışma ardından gösterir ki, bu olgu son kertede Britanya Parlamentosu’nun monarşiye baş kaldırma olasılığını yüzde 71.2 düzeyinde artırmıştı. Çünkü İngiliz Parlamentosu’nun monarka karşı başkaldırabilmesi için meclisin çoğunluğunun desteğine ihtiyaç vardı ve son tahlilde mecliste parlamento üstünlüğünü savunanlar, yüzde 56’ya yüzde 44 çoğunluğu sağlayarak krala meydan okuyabilmişti. İki grup arasındaki fark sadece 30 milletvekilinden ibaretti; eğer 16 milletvekili kralın tarafına geçmiş olsaydı, monarşistler mecliste çoğunluğu sağlayacaklardı. Hülasa, Atlantik Ticareti, parçalanmış çıkar gruplarının parlamento üstünlüğünü savunan geniş bir koalisyona dönüşmesine sebep olmuş ve böylece de Britanya’da kapsayıcı siyasi ve iktisadi kurumların çimentosu görevi görmüştü. Sonuç olarak, Atlantik tüccar koalisyonunun ortaya çıkışı, Britanya’da ekonomik büyüme için gerekli ortamı hazırlayabilecek kurumların inşasına sebebiyet vermişti. Söz konusu bu kurumlar da, ileriki bölümlerde detaylıca üzerinde duracağım üzere, Britanya’da Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesindeki en önemli nedenlerin başında gelmekteydi.

 

Peki, niçin İspanyol ve Portekiz İmparatorluklarında sömürgelerden akan kârlar aynı etkiyi yaratmamıştı? Çünkü İspanyol ve Portekiz monarkları tüm sömürge ticaretini tamamen kendi tekelleri altına almayı becerebilmiş ve böylece Atlantik ticareti üzerinde mutlak bir hakimiyet elde etmişlerdi. Dolayısıyla, sadece monarktan imtiyaz alanlar transatlantikte ticaret yapabilme yetkisine sahipti. Böylece yalnızca monarka bağlı ve sadık çevreler kolonilerle ticari ilişkilere girebilmekteydi. Zira kolonilerle ticaret doğrudan imparatorun kendi “mal”ıydı ve ancak monarkın imtiyaz sunduğu kraliyet yanlısı tüccarlar kolonilerin zenginliklerinden faydalanabilirlerdi. [48] Bellin’in işaret ettiği üzere, bir sınıfın ideolojik ajandasını belirleyen en temel iki olgudan biri mevcut status quo’ya olan bağımlılıklardır.[49] Bu bağlamda monark ve status quo’ya bağımlı ve onun sayesinde sermayelerini biriktirebilmiş bir burjuvazi, doğal olarak status quo’nun devamından yana olacaktır. Britanya’da ise durum daha farklıydı, çünkü İngiliz monarşisi Atlantik ticaretini tümüyle kendi tekeline almayı başaramamıştı. Dolayısıyla Atlantik ticaretiyle sermaye birikimini sağlayan yeni İngiliz burjuvazisi, monarşiden ve status quo’dan bağımsız bir mahiyetteydi ve bu bağlamda kendi çıkarları uyarınca, monarkın kontrolsüz vergi koyma ve kamulaştırma gücüne şüpheci ve muhalif bir tavırla yaklaşmaktaydı. Britanya’nın tam tersine, İspanya ve Portekiz’de Atlantik’ten akan kârlar monarkların ekonomik gücünü iyice pekiştirmiş ve monarşinin anayasal taleplere karşı daha dayanaklı ve tavizsiz olabilmelerine olanak tanımıştı. Zira, sömürgelerden akan paralar monarşinin çevresine akmıştı.


O zaman şu soru sorulmalıdır: Neden Britanya’da monarşi sömürge ticaretini kendi tekeline alamazken, tam tersine İspanyol ve Portekiz monarkları tekellerine almakta başarılı oldu? Aslında fark ayrıntılarda gizlidir; yeni dünyanın keşfinin arifesinde Britanya veya genel olarak Kuzey Batı Avrupa, kurumsal olarak İspanya ve Portekiz’e kıyasla biraz daha kapsayıcı bir niteliğe sahipti. Genel kurumsal bağlamda çok benzerlerdi tabii ki, fakat Britanya veya Hollanda kurumsal olarak sadece birkaç parmak kadar öndeydi. Dolayısıyla, monarşinin gücü Kuzey-Batı Avrupa’da biraz daha sınırlıydı. Örneğin, bu olguyu bölgelere göre değişkenlik gösteren parlamento faaliyetlerindeki sıklıklardan görebiliriz. Van Zanden ve diğerleri, 1200-1800 yıllarında Avrupa parlamentolarının etkinliğini gösteren bir endeks oluştururlar[50]:





Yukarıdaki endeksten de görülebileceği üzere, Kuzey Batı Avrupa parlamentoları, Yeni Dünya’da sömürgecilik faaliyetlerinin başladığı 16. Yüzyılda, Güney Avrupa parlamentolarından sadece biraz daha etkili ve güçlüydü. İşte bu küçük fark uzun vadede belirleyici olmuştu, zira bu yüzden Britanya’da Atlantik ticaretini tekeline almak isteyen monarşi başarılı olamamıştı. Üstelik, Beckert’ın işaret ettiği gibi, “Tüccarların ve üreticilerin bu piyasalara erişebilme kabiliyeti, özel ve yeni bir devlet biçiminin önemine işaret ediyordu, çünkü bu devlet, sanayi kapitalizminin zaruri bileşeni haline gelecek ve zamanla gayet özgün biçimlerde tüm dünyayı dolaşacaktı.”[51]

 

Özetle, yeni sömürgelerden akan servetler Madrid ve Lizbon’da monarkların yeni saray inşaatlarına çimento olurken [52]; Britanya’da meclisin kraliyete karşı üstünlüğünü savunan zengin ve nüfuzlu bir kesim meydana getirmişti.  Bu yeni Atlantik burjuvazisi, Görkemli Devrim gibi parlamenter olayların dinamosunu oluşturacak ve kraliyetin güçlerinin kısıtlanmasını sağlayarak kapsayıcı kurumların temellerini atacaklardır. [53] AJR işte bu olguyu çalışmalarında ekonometrik olarak ortaya koymakta ve aslında sömürgeciliğin dolaylı biçimde, kurumsal değişimi sağlayarak, Britanya Sanayi Devrimi’nde belirleyici bir rol oynadığını göstermektedir. AJR, bu dolaylı etki hesaba katıldığında ve ekonometrik olarak sabit bırakıldığında sömürgeciliğin istatistiksel olarak Batı Avrupa’nın kalkınmasında kayda değer bir doğrudan etkisi olmadığını da ortaya koymaktadır.[54] 

 

         Sömürgecilik ve Yeni Dünya’nın keşfinin kalkınma üzerindeki etkisinin, ülkelerin kurumsal formasyonlarına bağlı olduğunu böylece görmüş olduk. Daha da genel bir bağlamda ifade edilebilir ki, ticaret ve ticari entegrasyonun bir ülke üzerindeki etkisi, o ülkenin kurumlarının niteliğine bağlıdır. Başka bir deyişle, ticari genişlemenin ülkeler üzerindeki etkisi, kurumların bir fonksiyonudur. Dani Rodrik, Arvind Subramanian ve Francesco Trebbi ünlü çalışmalarında bu olguyu 80 ülke üzerinden ampirik olarak belgelemektedir.[55] Makalede kurum kalitesinin değişkeni sabit bırakılınca, ticari entegrasyonun kişi başı milli gelir üzerindeki etkisinin kaybolduğu gösterilmektedir. Bu bağlamda Rodrik ve diğerleri, küreselleşme ve ticari entegrasyonun ülkeler üzerinde doğuracağı sonuçlar hususunda yerel kurumların içeriğinin belirleyici olduğunu göstermektedirler.[56] Bunun muhtemel bir sebebi ülkelerin küresel ticaretteki karşılaştırmalı avantajlarının doğrudan kendi sahip oldukları hukuki kurumlara bağlı olmasıdır. Nunn’un belgelediği üzere, bir ülkenin hukuki kurumlarının sözleşmeleri icra etmedeki başarıları, o ülkenin uluslararası ticarette uzmanlaşacağı mal türünü belirlemektedir.[57] Şöyle ki, effektif bir şekilde sözleşmeleri icra edebilen kurumlar, ülkelerin “ilişkiye-özgü” (relation-specific) yatırımların önemli olduğu malların üretiminde uzmanlaşmalarına ve karşılaştırmalı üstünlüklerini bu eksende kurabilmelerine olanak sağlamaktadır. Bu minvaldeki yatırım türlerinin, sanayi ve hizmet gibi tarım-dışı sektörlerde daha yoğun olduğunu düşünürsek, bu olgunun tarım-dışı sektörlerde küresel bağlamda karşılaştırmalı üstünlüğü sağlama anlamına geldiğini kavrayabiliriz. [58] Hülasa, bir ülkenin küresel ekonomi içerisinde çevre ülkeleri gibi tarım sektöründe mi yoksa gelişmiş ülkeler gibi sanayi ve hizmet sektöründe mi yoğunlaşacağının en temel belirleyicilerinden biri, o ülkenin kurumlarıdır. Aynı şekilde Levchenko da ticaretin etkilerinin ülkelerin kurumsal yapılarına göre değişkenlik gösterdiğini belgelemektedir.[59] Levchenko, kurumsal kalitenin sektörel ihracat yapısında belirleyici olduğunu; güçlü kurumların daha karmaşık ve sözleşme yoğun sektörlerde uzmanlaşmaya olanak sağladığını ampirik olarak göstermektedir. Dolayısıyla, bu olgular bir kez daha, bir ülkenin küresel ticaretten ne ölçüde faydalanacağının temel belirleyenin kurumlar olduğuna işaret etmektedir. 

 

Kurumsal yapı ile küresel ticaretten faydalanabilme arasındaki ilişkiyi, Luigi Pascali, “İlk Küreselleşme Dalgası” olan 1870-1914 arasındaki zaman periyodu üzerinden göstermektedir. 1870-1914 arası, ilk kez küresel anlamda ülkelerin ticari entegrasyonu deneyimlediği zaman periyoduydu. Küresel ticaret bu zaman aralığında yüzde 400 civarında artış göstermişti. [60] Peki, dünya tarihinin ilk küreselleşme dalgası ülke ekonomilerini nasıl etkilemişti? Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu’nu iyi biçimde etkilememişti.[61] Nitekim, Pascali’nin belgelediği üzere, ilk küreselleşme dalgasının ülke bazındaki etkileri son derece heterojendi; daha da ötesi, zengin ve fakir ülkeler arasındaki ayrışma eğiliminin en temel nedenlerinden biriydi.[62] Peki, 1870-1914 döneminde, bir ülkenin ticari globalleşmeden yararlanıp yararlanamayacağını hangi faktörler belirledi? Neye dayanarak bazı ülkeler önemli ölçüde ilk küreselleşme dalgasından fayda sağlarken, Osmanlı gibi diğer ülkeler de zarar gördü? Pascali, esasında sadece kapsayıcı kurumlara sahip ülkelerin ilk küreselleşme dalgasından faydalanabildiğini ampirik olarak belgelemektedir. Pascali şöyle yazar: “Tablo 9’daki 2SLS tahminleri, uluslararası ticaretin getirilerinden faydalanmada kurumların belirleyici olduğunu doğrulamaktadır. İhracatın GSYİH’ye oranında dışsal bir iki kat artış, yürütme gücünün mutlakiyetçi olduğu ülkelerde kişi başına düşen GSYİH büyüme oranını üçte birden fazla düşürürken, yürütme gücünün sınırlı ve birden fazla hesap verebilirlik grubuna karşı sorumlu olduğu ülkelerde bu oranı yaklaşık yüzde on artırmıştır.”[63] Yani aynı orandaki dışsal ihracat artışı, kurumlara bağlı olarak, ekonomik büyümeyi farklı şekillerde etkilemektedir.[64] Kısacası, 19. Yüzyılda ülkelerin küresel piyasalara entegre olmalarının ekonomileri üzerindeki etkileri siyasal kurumlarına bağlıydı. 

 

Sonuç olarak, sömürgecilik ve emperyalizm, Britanya Sanayi Devrimi’nde doğrudan belirleyici bir rol oynamamış; daha ziyade dolaylı olarak siyasi kurumları biçimlendirerek Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesine katkıda bulunmuşlardı. Zira genel olarak bir ülkenin küresel ticaretten faydalanabilme şansının siyasi kurumlarla girdikleri etkileşimin sonucunda belli olmaktaydı. Şurası kesinlikle doğrudur ki, Britanya emperyalizmi, dünyanın dört bir bölgesinde insanın kanını donduracak cinsten soykırım suçları işlemiş ve birçok ülkeyi azgelişmişliğe mahkûm etmişti. [65] Sömürgeciliğin Batı’nın gelişimi üzerindeki sınırlı düzeydeki olumlu etkisi, kimseyi şu mantığa sevk etmemeli: “Madem ki önemli kazançlar yoktu, o halde sömürgeciliğin maliyetleri de sınırlı kalmıştır.” Bairoch’un da ifade ettiği gibi, bu çıkarım hatalı biçimde ekonominin sıfır toplamlı bir oyun olduğu yanılgısına dayanmaktadır.[66] Tam tersine, bugün birçok ülkenin azgelişmişliği, İngiltere ve daha genel olarak Batı’nın sömürgeci mirasının bir sonucu mahiyetindedir.

 

 

Alp Buğdaycı, İstanbul, Mart, 2025.

 

 

Dipnotlar:


 

[1] Aktaran: Immanuel Wallerstein, Modern Dünya Sistemi, 1. Cilt, çev: Latif Boyacı, Yarın Yayınları, 2015, s. 145.

[2] Karl Marx, Kapital, 1. Cilt, Çev: Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, Yordam Kitap, 2022, s. 718.

[3] Leo Huberman, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, çev: Murat Belge, İletişim Yayınları, 2016, s. 178.

[4] Karl Marx, Kapital, 1. Cilt, 2022, s. 721.

[5] Sven Beckert de Marksist ilk birikim tasavvurunu şöyle destekler: “Kapitalizm denildiğinde, maaşlı işçiler aklımıza gelir, oysa kapitalizmin bu ilk aşaması özgür emeğe değil, köleliğe dayalıydı. Kapitalizm denildiğinde, sözleşmeler ve piyasalar aklımıza gelir, fakat erken dönem kapitalizmi çoğu zaman şiddete ve bedensel zora dayalıydı. Kapitalizm denildiğinde, mülkiyet hakları aklımıza gelir, fakat bu dönemin asıl özelliği, mülkiyetin güvenceye alınmasının yanında mala el koymanın şiddetlenmesidir. Kapitalizm denildiğinde hukukun hakimiyeti ve devletin desteklediği güçlü kurumlar aklımıza gelir, fakat kapitalizmin erken dönemleri, nihayetinde tüm dünyayı kapsayan imparatorluklar yaratmak için devlet gücünün arka çıkmasını gerektirmekle birlikte, sıklıkla özel şahısların kontrolsüz eylemlerini, efendilerin köleler, sınır ötesi kapitalistlerinin yerel halklar üzerindeki hakimiyetini temel alıyordu. Bunların birikmiş bir sonucu olarak Avrupalılar, yüzlerce yıllık pamuk üreticisi ülkeler üzerinde hakimiyet kurarak, bunu Manchester odaklı tek bir imparatorluğa dönüştürebilmiş ve bugün doğal saydığımız küresel ekonomiyi icat edebilmiştir.” (Sven Beckert, Pamuk İmparatorluğu, çev: Ali Nalbant, Say Yayınları, 2018, s. 16-7.) Kenneth Pomeranz da şöyle yazar: “Merkez bölgelerden biri olan Batı Avrupa, proto-endüstriyel çıkmazdan kurtuldu ve teknoloji geliştikçe el ürünü işçilerini modern endüstrilere aktarabildi. Bunu başarabilmesinin nedeni büyük ölçüde, Yeni Dünya'nın sömürülmesinin, Avrupa'nın kendi topraklarını daha yoğun ve ekolojik açıdan sürdürülebilir şekillerde kullanmak için ihtiyaç duyulan çok sayıda ilave işçiyi seferber etmeyi gereksiz hale getirmesiydi.” (Kenneth Pomeranz, Büyük Ayrışma, çev: Recep Yılmaz, Kutadgu, 2024, s. 369) Ayrıca bak: Immanuel Wallerstein, Modern Dünya Sistemi, 3. Cilt, çev: Latif Boyacı, Yarın Yayınları, 2015, s. 167-190.

[6] Wallerstein özellikle periferi ülkelerden bahsederken, “periferi alanlar” tabirini kullanır. Sebebini şöyle yazar: “Periferi devletleri demiyorum çünkü periferi bölgesinin bir özelliği yerel devletin zayıf olmasıdır. Bu hiç var olmamaktan (yani, sömürge durumundan) düşük bir özerklik derecesine (yani, neo-sömürge durumuna) sıralanabilir.” (Immanuel Wallerstein, Modern Dünya Sistemi, 1. Cilt, 2015, s. 466)

[7] Paul Bairoch, Economics and World History, The University of Chicago Press, 1995.

[8] O’Brien, P. (1982). European Economic Development: The Contribution of the Periphery. The Economic History Review35(1), 1–18, Tablo 1.

[9] O’Brien, P. (1982). European Economic Development: The Contribution of the Periphery. The Economic History Review35(1), s.7.

[10] Joseph E. Inikori, Africans and the Industrial Revolution in England, Cambridge University Press, 2002, s. 176.

[11] Acemoglu, D., Johnson, S., & Robinson, J. (2005). The Rise of Europe: Atlantic Trade, Institutional Change, and Economic Growth. The American Economic Review95(3), 546–579’da s. 562.

[12] Patrick O’Brien, Çağlar Keyder, 1978, Economic Growth in Britain and France 1780-1914, George Allen & Uwnwin(Publisher) Ltd, s. 63-4.

[13] Eric Williams, Capitalism and Slavery, Penguin Classics, 2022[1944].

[14] Sven Beckert de şöyle yazarak bu tezi destekler: “Pamuk, dolayısıyla da kölelik, modern dünya için vazgeçilmezdir, ABD ve Avrupa'nın hayret verici maddi ilerlemelerinin en temelinde kölelik yatar.”( Sven Beckert, Pamuk İmparatorluğu, , 2018, s. 336.) Ayrıca Wallerstein’a göre “bu dahice tezin” üç eksiği için bak: Immanuel Wallerstein, Modern Dünya Sistemi, 3. Cilt, 2015, s. 187.

[15] Bu bölgelerde sermayenin getiri oranı, yani faizler oldukça yüksekti. Mesela Jamaika’daki şeker çiftliklerindeki sermayenin getiri oranları, İngiltere’deki faiz oranlarından yaklaşık yüzde 10 daha fazlaydı. (Ronald Findlay, Kevin H. O’Rourke, Güç ve Refah, çev: Ahmet Ataseven, Küre Yayınları, 2019, s. 289)

[16] Heblich, S, S J Redding and H Voth (2022), “Slavery and the British Industrial Revolution”, NBER Working Paper 30451.

[17] Ronald Findlay, Kevin H. O’Rourke, Güç ve Refah, 2019, s. 283-4.

[18] David S. Landes, The Unbound Prometheus, Cambridge University Press, 2008, s. 47-8.

[19] Aktaran: Joel Mokyr, The Enlightened Economy, Penguin Books, 2011, s. 184.

[20] Paul Bairoch, Economics and World History, 1995, s. 83.

[21] Joel Mokyr, The Enlightened Economy, 2011, s. 178.

[22] Bu dönemde Fransız dış ticareti reel olarak üç kat artarken, İngiliz ticareti 2.4 katlık bir artış göstermişti. (Ronald Findlay, Kevin H. O’Rourke, Güç ve Refah, 2019, s. 322) Fransa’nın ihracat seviyesi 1750 yılında GSYİH’nin yüzde 12’sine kadar yükselmişti. ( Colin 1995, The Development of French Economy, 1750-1914. Cambridge University Press, s. 44.) Britanya ihracatı bu seviyeye ancak 19. Yüzyılın ortasında geçebilecekti.

[23] Ayrıca bak: Ronald Findlay, Kevin H. O’Rourke, Güç ve Refah, 2019, s. 400-2.

[24] Mokyr, J. (1977). Demand vs. Supply in the Industrial Revolution. The Journal of Economic History37(4), 981–1008. 

[25] Mesela bak: Ronald Findlay, Kevin H. O’Rourke, Güç ve Refah, 2019, s. 403.

[26] Örneğin bak: Eric Hobsbawm, Industry and Empire, 1987, S. 56; Immanuel Wallerstein, Modern Dünya Sistemi, 3. Cilt, 2015, s. 36; Sven Beckert, Pamuk İmparatorluğu, 2018.

[27] Şurası doğrudur ki, tekstil sektörü Birinci Sanayi Devrimi’nin en çok GSYİH’ya verimlilik katkısı yapmış sektörüydü. (Gregory Clark, A Farewell to Alms, Princeton University Press, 2009, s. 233) Fakat bu yüzden Sanayi Devrimi olgusunu yine de tekstile indirgemek yanıltıcıdır. Bak: Joel Mokyr, The Lever of the Riches, Oxford University Press, 1992, S. 83.

[28] Paul Bouscasse, Emi Nakamura, Jón Steinsson, When Did Growth Begin? New Estimates of Productivity Growth in England from 1250 to 1870, The Quarterly Journal of Economics, 2024; Clark, G. (2005). The Condition of the Working Class in England, 1209–2004. Journal of Political Economy113(6), 1307–1340.

[29] Nispeten pahalı üretim faktörü emektir. Britanya bu dönemde kıtadaki en yüksek ücretlere ev sahipliği yapıyordu. (Allen, Robert C., 2001. "The Great Divergence in European Wages and Prices from the Middle Ages to the First World War”Explorations in Economic History, Elsevier, vol. 38(4), p.411-447.) Bu bağlamda tekstil inovasyonları da ücretlerden tasarruf etme amacı gütmekteydi. (Bak: Robert C. Allen, The British Industrial Revolution in Global Perspective, Cambridge University Press, 2011, S. 194.)

[30] Acemoglu, D. (2002). Directed Technical Change. The Review of Economic Studies69(4), 781–809. 

[31] Tara N Jonell, Peter Jones, Adam Lucas, Simon Naylor, Limited waterpower contributed to rise of steam power in British “Cottonopolis”, PNAS Nexus, Volume 3, Issue 7, July 2024. 

[32] Joel Mokyr, The Lever of the Riches, 1992, s. 162.

[33] Ronald Findlay, Kevin H. O’Rourke, Güç ve Refah, 2019, s. 408.

[34] Hanlon, W. W. (2015). NECESSITY IS THE MOTHER OF INVENTION: INPUT SUPPLIES AND DIRECTED TECHNICAL CHANGE. Econometrica83(1), 67–100. 

[35] Joel Mokyr, The Lever of the Riches, 1992, s.160.

[36] Joel Mokyr, The Enlightened Economy, 2011, s. 166. Ayrıca Sanayi Devrimi sonucunda ortaya çıkan teknolojik gelişmeler sayesinde ulaşımın maliyetleri düşmüş ve bu da ticareti kolaylaştırmıştı. Örneğin, pamuk ticaretinin en az yüzde 60’ı ticaret maliyetlerinin düşmesi sayesinde gerçekleşebilmişti. Bak: David Chilosi, Giovanni Federico, The effects of market integration during the first globalization: a multi-market approach, European Review of Economic History, Volume 25, Issue 1, February 2021, Pages 20–58,

[37] Ronald Findlay, Kevin H. O’Rourke, Güç ve Refah, 2019, s. 320; Jonathan Hersh, Hans-Joachim Voth, Sweet diversity: Colonial goods and the welfare gains from global trade after 1492, Explorations in Economic History, Volume 86, 2022. İktisatta refah artışı ile gelir artışı her zaman aynı olmak zorunda değildir. Örneğin, bütçe sabit kalsa bile, tüketicinin seçenekleri artarsa faydası artış gösterecektir. Bu olguya “Love of Variety” denmektedir. Ayrıca bak: Nunn, N., & Qian, N. (2011). THE POTATO’S CONTRIBUTION TO POPULATION AND URBANIZATION: EVIDENCE FROM A HISTORICAL EXPERIMENT. The Quarterly Journal of Economics126(2), 593–650. 

[38] Harley, C. Knick, 2004. “Trade: Discovery, Mercantilism and Technology.” In Roderick C. Floud and Paul Johnson, eds., The Cambridge Economic History of Britain, 1700–2000, Vol. 1. Cambridge: Cambridge University Press, pp. 175–203.

[39] https://daktilo1984.com/yazilar/sanayi-devrimini-aciklamak-1-yuksek-ucretler/ 

[40] 1500-1700 arasında İngiltere’de şehirleşme 4 kat artmıştı. Bak: Stephen Broadberry, Bruce M. S. Campbell, Alexander Klein, Mark Overton, Bas van Leeuwen, British Economic Growth 1270-1870, Cambridge University Press, 2015, s. 153.

[41] https://daktilo1984.com/yazilar/sanayi-devrimini-aciklamak-2-yuksek-ucretler/ . Ayrıca Britanya’da sanayileşme de zaten ücretlerin nispeten daha düşük olduğu bölgelerde başlamıştı, bak: Kelly, Morgan; Ó Gráda, Cormac; Mokyr, Joel (2020) : The mechanics of the Industrial Revolution, UCD Centre for Economic Research Working Paper Series, No. WP20/16, University College Dublin, UCD Centre for Economic Research, Dublin. 185

[42] Birçok çalışma İspanya ve Portekiz’in geriye düşüşünün 16. Yüzyılın sonunda gerçekleştiğini ifade eder. ( Mesela: Immanuel Wallerstein, Modern Dünya Sistemi, 1. Cilt, 2015, s. 455-8.) Fakat, aslında bu tam anlamıyla doğru değildir. Nispeten yeni bir çalışma örneğin, 1750 yılında Portekiz’in Avrupa standartlarında yüksek olan bir kişi başına düşen milli gelir seviyesine sahip olduğunu ve Portekiz’in ekonomik olarak geri kalışının 1750 sonrasında gerçekleştiğini belgelemektedir. Bak: Palma N, Reis J. From Convergence to Divergence: Portuguese Economic Growth, 1527–1850. The Journal of Economic History. 2019;79(2): 477-506. Ayrıca Britanya’nın da Napolyon Savaşları sonrasına kadar hegemonyasını sağladığını söyleyebilmek güçtür. Bak: Joel Mokyr, The Enlightened Economy, 2011, s.174.

[43] Acemoglu, D., Johnson, S., & Robinson, J. A. (2002). Reversal of Fortune: Geography and Institutions in the Making of the Modern World Income Distribution. The Quarterly Journal of Economics117(4), 1231–1294; Sokoloff, Kenneth, L., and Stanley L. Engerman. 2000."Institutions, Factor Endowments, and Paths of Development in the New World." Journal of Economic Perspectives 14 (3): 217–232

[44] Stephen Broadberry, Bruce M. S. Campbell, Alexander Klein, Mark Overton, Bas van Leeuwen, British Economic Growth 1270-1870, Cambridge University Press, 2015, s. 382-3.

[45] Acemoglu, D., Johnson, S., & Robinson, J. (2005). The Rise of Europe: Atlantic Trade, Institutional Change, and Economic Growth. The American Economic Review95(3), 546–579.

[46] Sven Beckert, Pamuk İmparatorluğu, 2018, s. 88.

[47] Saumitra Jha, Financial Asset Holdings and Political Attitudes: Evidence from Revolutionary England , The Quarterly Journal of Economics, Volume 130, Issue 3, August 2015, Pages 1485–1545

[48] Tabii ki bu ticaretten monarklar da yüklü miktarda komisyon almaktaydı. Mesela İspanyol kolonilerinden alınıp transatlantikte yolculuk yapan değerli madenlerin yaklaşık yüzde 20 ila 30’u doğrudan kraliyetin cebine gitmişti. (Ronald Findlay, Kevin H. O’Rourke, Güç ve Refah, 2019, s. 213)

[49] Bellin E. Contingent Democrats: Industrialists, Labor, and Democratization in Late-Developing Countries. World Politics. 2000;52(2):175-205.

[50] Van Zanden, Jan Luiten, Eltjo Buringh, and Maarten Bosker (2012): “The Rise and Decline of European Parliaments, 1188–1789,” The Economic History Review,  65 (3),  835–861.

[51] Sven Beckert, Pamuk İmparatorluğu, 2018, s.118.

[52] Yine de iktisadi açıdan özellikle de Portekiz’e önemli belli bir fayda getirmişti. Bak: Leonor Freire Costa, Nuno Palma, Jaime Reis, The great escape? The contribution of the empire to Portugal's economic growth, 1500–1800, European Review of Economic History, Volume 19, Issue 1, February 2015, 1–22. Ayrıca Yeni Dünyadan Avrupa’ya akan değerli madenlerin Avrupa ekonomisi üzerindeki etkisi için, bak: Nuno Palma, The Real Effects of Monetary Expansions: Evidence from a Large-scale Historical Experiment, The Review of Economic Studies, Volume 89, Issue 3, May 2022, 1593–1627.

[53] Fakat muhtemelen Görkemli Devrim, AJR’nin sunduğu gibi o kadar da büyük bir kopma noktası değildi. Bak: Clark, G. (1996). The Political Foundations of Modern Economic Growth: England, 1540-1800. The Journal of Interdisciplinary History26(4), 563–588; Sussman, N., & Yafeh, Y. (2006). Institutional Reforms, Financial Development and Sovereign Debt: Britain 1690-1790. The Journal of Economic History66(4), 906–935; Quinn, Stephen. “The Glorious Revolution’s Effect on English Private Finance: A Microhistory, 1680-1705.” The Journal of Economic History, vol. 61, no. 3, 2001, pp. 593–615. Bu dönemde Britanya’daki kurumsal değişim için bak: Gary W. Cox, Marketing Sovereign Promises, Cambridge University Press, 2016; David Stasavage, Demokrasinin Gerilemesi ve Yükselişi, çev: Selim Sezer, Epsilon, 2022, s. 302-314 Pincus, Steve CA, and James A Robinson. 2014. “What Really Happened During the Glorious Revolution?”. in Institutions, Property Rights, and Economic Growth: The Legacy of Douglass North. New York: Cambridge University Press.

[54] Son yıllarda zanımca bu makaleye gelen en sağlam eleştiri şu’dur: António Henriques & Nuno Palma, 2023. "Comparative European Institutions and the Little Divergence, 1385–1800," Journal of Economic Growth, Springer, vol. 28(2), 259-294. Palma ve Henriques Portekiz’in kurumsal olarak en azından 1650’ye kadar Britanya’dan bir farkı olmadığını savunmakta ve bu yönde bazı veriler aktarmaktadır. Ne var ki, yine de Portekiz monarkının gücü Atlantik ticaretini kontrol etmeye yeterken, Britanya’da durum tam tersiydi.

[55] Rodrik, D., Subramanian, A., & Trebbi, F. (2004). Institutions Rule: The Primacy of Institutions over Geography and Integration in Economic Development. Journal of Economic Growth9(2), 131–165. 

[56] Tabii ki yerel kurumların yanı sıra, uluslararası kurumların önemini da unutmamak gerekir. Bak: Joseph Stiglitz, Globalization and Its Discontents, W.W. Norton & Company, 2002, s. 224-5.

[57] Nunn, N. (2007). Relationship-Specificity, Incomplete Contracts, and the Pattern of Trade. The Quarterly Journal of Economics122(2), 569–600. 

[58] Ayrıca bak: Nathan Nunn & Daniel Trefler, 2013. "Domestic Institutions as a Source of Comparative Advantage," NBER Working Papers 18851, National Bureau of Economic Research, Inc.

[59] Andrei A. Levchenko, 2007. "Institutional Quality and International Trade," The Review of Economic Studies, Review of Economic Studies Ltd, vol. 74(3), 791-819.

[60] Jacks, D. S., & Pendakur, K. (2010). GLOBAL TRADE AND THE MARITIME TRANSPORT REVOLUTION. The Review of Economics and Statistics92(4), 745–755. Küresel ekonomi sisteminin temelinde de altın standartı bulunmaktaydı. Bak: Bordo, M. D., & Rockoff, H. (1996). The Gold Standard as a “Good Housekeeping Seal of Approval.” The Journal of Economic History56(2), 389–428. Bu dönemde küresel altın standartının ortaya çıkışı için bak: Flandreau, M. (1996). The French Crime of 1873: An Essay on the Emergence of the International Gold Standard, 1870-1880. The Journal of Economic History56(4), 862–897. 

[61] Doğan Avcıoğlu Osmanlı’nın eğer dış devletlerin müdahalesi olmasa 19. Yüzyılın başında dahi Sanayi Devrimi’ni yapabilme şansının olduğunu iddia etmektedir. (Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2015, s. 32-3) Ne var ki bu çok yanlış bir bakış açısıdır. Osmanlı, Batı’ya iktisadi anlamda entegre olmadan önce kapitalistleşme lehine hiçbir ibare göstermemesi bir yana, çoktan klasik düzeni berhava olmuş, halihazırda ekonomisi içten çürümüştü.(Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, Yapı Kredi Yayınları, 2013; Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme(1820-1913), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020.) Kurumları ise sanayi kapitalizmi için hiç uygun değildi.(Timur Kuran, Yollar Ayrılırken, çev: Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, 2023; Inalcik, Halil. “Capital Formation in the Ottoman Empire.” The Journal of Economic History 29, no. 1 (1969): 97–140.) Batı da bunun üzerine son darbeyi vurmuştu. 

[62] Pascali zengin ve fakir ülkeler arasında kişi başına düşen milli gelir seviyelerinin 1850-1900 arasındaki ayrışmasının en az yüzde 55’inin küreselleşmeden kaynaklandığını hesaplamaktadır. Bak: Pascali, L. (2017). The Wind of Change: Maritime Technology, Trade, and Economic Development. The American Economic Review107(9), 2821–2854. 

[63] Pascali, L. (2017). The Wind of Change: Maritime Technology, Trade, and Economic Development. The American Economic Review107(9), s. 2849

[64] Ne var ki yine de Pascali, kapsayıcı kurumlara sahip olan ülkelerin küreselleşmeden yararlanmasının, kurumlar ve küreselleşme arasında bir nedensellik değil, Gauss-Markov 3 ihlali olabileceğinden korelasyon da olabileceği şüphesini dile getirmekte, lakin korelasyon olabileceği yönündeki en etkili iki itirazın doğru olmadığını göstermektedir. Tabii ki daha sağlam bir nedensellik için tam bir dışsal değişkene ihtiyacımız var, ancak yine de yapılan sağlamlık testleri ve kurumlar-küreselleşme etkisi literatüründen, ben bu bulguların nedensellik olduğu kanısındayım, ki Pascali de öyle düşünüyor.

[65] Bunu gösteren bazı çalışmalar örneğin şöyledir: Acemoglu, D., Johnson, S., & Robinson, J. A. (2001). The Colonial Origins of Comparative Development: An Empirical Investigation. The American Economic Review91(5), 1369–1401; Nunn, N. (2008). The Long-Term Effects of Africa’s Slave Trades. The Quarterly Journal of Economics123(1), 139–176; Palma, Nuno & Papadia, Andrea & Pereira, Thales & Weller, Leonardo, 2020. "Slavery and development in nineteenth century Brazil," CAGE Online Working Paper Series 523, Competitive Advantage in the Global Economy (CAGE); Dippel, Christian. 2014. “Forced Coexistence and Economic Development: Evidence from Native American Reservations.” Econometrica 82(6): 2131–65; Michalopoulos, Stelios and Elias Papaioannou. 2016. “The Long-run Effects of the Scramble for Africa.” American Economic Review 106(7): 1802-48; Melissa Dell, Benjamin A Olken, The Development Effects of the Extractive Colonial Economy: The Dutch Cultivation System in Java, The Review of Economic Studies, Volume 87, Issue 1, January 2020, Pages 164–203; Dell, M. (2010), The Persistent Effects of Peru's Mining Mita. Econometrica, 78: 1863-1903; Merima Ali, Odd-Helge Fjeldstad, Boqian Jiang, Abdulaziz B Shifa, Colonial Legacy, State-building and the Salience of Ethnicity in Sub-Saharan Africa, The Economic Journal, Volume 129, Issue 619, April 2019, Pages 1048–1081; Lamar Pierce, Jason A. Snyder, The Historical Slave Trade and Firm Access to Finance in Africa, The Review of Financial Studies, Volume 31, Issue 1, January 2018, Pages 142–174.

[66] Paul Bairoch, Economics and World History, 1995, s. 88.

Yorumlar