Liberalizm Nosyonunun Erken Cumhuriyet Döneminde Kullanımı ve Etimolojik Kayma
Normal bir erken cumhuriyet tartışmasında genellikle birtakım kişilerin organik reaksiyonu Gazi Paşa’nın “anti-liberal” cümlelerini göstermesi ve bu bağlamda Atatürk’ün özgürlükçü ve özel teşebbüsü öncül tuttuğu gerçeklerini çürüttükleri sanısına düşmeleridir. Öncelikle, Atatürk’ü belli bir ideolojiye sıkıştırmanın, her şeyden öte onun pragmatist-analitik felsefesine bir ihanet olduğu kanaatindeyim, hiçbir zaman ciddi bir şekilde “Atatürk liberaldi” minvalinde bir tez öne sürmememiz bir yana, malum cenahın mütemadiyen rektifiye edip önümüze koyduğu bu argümanın sosyal bilimler metodolojisi açısından epey sorunlu olduğunu düşünüyorum. Tarih boyunca sözcüklerin katı ve değişmez bir etimolojik içeriğinin olmadığı, bilakis dönemin paradigması ve konjonktürüne göre aynı sözcüklerin, farklı dönemlerde, zıt anlamlara gelebileceği ve bunun sürekli tezahür ettiği bariz bir gerçektir. Böyle bir durumda izlenmesi gereken yol, o dönemde münakaşa edilen terimin esasen ontolojik ve normatif bağlamda ne anlama geldiğinin ortaya çıkarılması ve bu bağlamda bugün hakim anlam ile farkının ortaya koyulmasıdır. Mesela en basitinden, “Türk” kelimesi, 18. Yüzyılda “kaba köylü” anlamına ihtiva eden bir hakaretken [1], 19. Yüzyıl sonundaysa gurur duyulacak bir millet anlamına geliyordu.[2] “Ümmet” kelimesi 19. Yüzyılda, “nation”(ulus) kelimesinin Osmanlıca-türkçe anlamına gelirken[3], 20. Yüzyıda dini cemaat anlamına geliyor; millet kavramıysa tam tersine 18. Yüzyılda dini cemaat anlamına gelirken, 19. Yüzyılın sonuna doğru itibaren artık ulus anlamına gelmeye başlamıştı.[4] Veyahut “socialism’d etat” 19. Yüzyıl Almanya’sında Lasalle’ci revizyonist bir sosyalizm anlamına gelirken, Jön Türkler nezdinde Friedrich List tipi, Almanya’nın kalkınma örneği anlamına gelmekteydi.[5] Aynı şekilde demokrasi sözcüğünün, Fransız Devrimi sonrası özellikle İngiltere nezdinde, “sosyal devrim” anlamı ve çağırışımını uyandırması ve bu bağlamda muhafazakar çevrelerin olumsuz bir tavrına sebep olması da kayda değerdir.[6]
Tonlarca böyle örnek mevcuttur. Fakat biz bugün bu etimolojik kaymayı “liberalizm” kelimesi üzerinden ele alacağız. Şüphesiz ki özellikle liberalizm gibi çetrefilli bir nosyonun dönemlere göre anlamı büyük bir değişkenlik göstermektedir. Bu değişkenlik sadece Türkiye’ye has değil, genel olarak küresel bir olgudur.18. Yüzyıldaki erken liberalizm, Bertrand Russel’ın da işaret ettiği gibi dini hoşgörüyü merkezine alan Protestanlık anlamına gelmekteydi.[7] İlginçtir ki 19. Yüzyılda “sosyal liberalizm” sözcüğünün, örneğin Stirner tarafından komünizm anlamında kullanıldığını görmekteyiz. Öyle ki Marx ve Engels Alman İdeolojisinde bu kullanıma karşı çıkmaktaydı.[8]. Tabiki “liberal” sözcüğünün ontolojik açıdan anlam kayması için o kadar uzak dönemlere bakmaya bile gerek yoktur, zira temel olarak “liberal” kelimesi bugün ABD ve Avrupa’da yeniden dağıtımcılığı savunan solcu ve demokratik sosyalistleri kastetmek için başvurulmaktadır. Bu bağlamda Foucault’tan Kohn’a kadar ifade edebiliriz ki sosyal bilimlerde bilgi paradigmik ve konjonktüreldir. Bu bağlamda sürekli bu bilgi ve terimlerin normatif değerleri değişebilir. Ali Suavi 1868’de, “ümmetçilik” sözcüğünü, Avrupa’daki ulusçu hareketleri kastetmek için kullanırken[9] , bugün bu sözcük Benedict Anderson’ın işaret ettiği gibi “zaman-boyunca eş zamanlılık” nosyonunun teolojik yapısallığı üzerine müstenit, cemaati dini bağlılığa göre tasavvur eden siyasi ve kültürel hareketi kastetmektedir.[10] Şimdi, “Fransız ihtilali ümmetçi bir akım mıdır?” Sorusunu bugün sorarsanız, muhtemelen çoğu kişi “hayır” der, lakin aynı soruyu siz 19. Yüzyılda Ali Suavi veyahut diğer Yeni-Osmanlı düşünürlerine sorsaydınız (Namık Kemal hariç) alacağınız cevap; “komik bir soru, tabiki böyledir!” Minvalinde olacaktı. Bu sebepten dolayı önerdiğim method, kelimelere takılmayıp sosyal bilimlerin ve sözcüklerin yaşayan ve akışkan varlıklar olduğunun göz önünde tutulmasıdır. Örneğin “Bak, Atatürk demiş ki ben A’yı lanetliyorum” minvalindeki tezlerde kastedilen “A” bugün ayrı bir normatif değeri çağırıştırabilir. Bizim yapmamız gereken, “A”nın kullanıldığı dönemde ne anlama geldiğini tespit etmek ve bu eksende bunu bir bağlama oturtmaktır.
Özellikle tarihi metinleri okurken bu basit sosyal bilimler metodolojisini akılda tutmak büyük fayda getirecektir. Şimdi Popper’ın tabiriyle “etimolojik kayma”yı Türkiye’de “liberalizm” kullanımı ekseninde tartışalım. Şüphesiz ki Atatürk “liberalizm” kelimesini menfi bağlamda kullanır. Peki o dönemde Atatürk’ün veya rejimin önde gelenlerinin zihninde “liberal” kelimesi kimi temsil ediyor ve ne anlama geliyordu? Neyin sembolü olarak işlevsellik kazanıyordu? Öncelikle, Atatürk’ün her zaman “liberalizm” kelimesini siyasi bir sistemden ziyade bir iktisadi sistem olarak kullandığını söylemeliyiz. Örneğin:
“Dünyada iki mühim iktisadî [ekonomik] ekol tatbik edilmektedir: Bilhassa büyük harbin sonunda komünizm de tatbik edildi. Komünizm, kitaplarda çok cazip ve hayali genişletici bir vaadi var, bu rejimi Ruslar tatbik ettiler. Fakat halka vaat edilenler aynen tatbik edilemedi. Bazı prensipler rücu ettiler. Bir inkılâba teşebbüs edilip de sonra geri dönmekten ise, ağır ağır ilerlemek en doğru şeydir. İkinci ekol Liberalizmdir. Bu da eskimiştir. Bizim Türkiye'deki tatbik ettiğimiz ekol devletçiliktir. En ileri iktisadî yol budur.”[11]
Hatta Mahmut Esat Bozkurt, “Not: Biz liberalizm, yani serbestçilikten bahsederken maksadımız bilhassa iktisadi liberalliktir. Yoksa ihtilallerin en aziz armağanı olan siyasi hürriyetlerin tamamen taraftarı, hatta koruyucusuyuz. Cumhuriyet Halk Fırkası programı da zaten bundan başka bir şey değildir.”[12] Diyerek siyasal liberalizmin temeli olan siyasi hak ve hürriyetler sistemini benimsediklerini fakat temel eleştirilerinin iktisadi liberallik olduğunu söylemektedir. Yine de bu dönemde siyasal liberalizm eleştirilerine özellikle Ülkü dergisi çevresinde rastalamaktayız[13] Bu çevre siyasi hak ve hürriyetler kavramını sahiplense de “liberalizm”i anarşik bir düzen olarak değerlendirmekteydi.[14] Genel olarak ifade edilebilir ki 1920’ler ve 1930’larda “liberalizm” nosyonu “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sloganında ifadesini bulan, devletin hiç ama hiç müdahale etmediği anarşist bir düzen anlamına gelmekteydi.[15] Liberalizm sözcüğü minarşist-liberteryen bir anlamı çağırıştırmaktaydı. Mahmut Esat Bozkurt, bu dönemde liberalizmi şöyle tanımlar: “Çünkü, liberallik devletin iktisat işlerine karışmaması demektir. İşte o kadar.”[16] Mahmut Esat, ilerleyen yazılarında bugün sosyal liberal bir ekonomik program olarak tasvir edilen New Deal’ı olumlar ve hatta bu vakıayı liberalizm karşıtı olarak kullanır: “Bugün dünyanın hiçbir yerinde ilmin bize anlattığı "İktisadi liberalizm" kalmamıştır. Doğduğu yerlerde bile, yerini yeni müdahale sistemlerine bırakmıştır.
Amerika'da, İngiltere'de olduğu gibi ... Roosevelt, Lloyd George bile müdahaleci oldular!”[17] “Görülüyor ki, Birleşik Amerika Devletleri "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!" prensibiyle anlatılan ekonomsal liberallikten çıkalı çok olmuş!..” [18] Bu anlamda, açıkça ifade edilebilir ki New Deal veyahut 1930’ların pre-keynesci olarak adlandırabileceğimiz sosyal liberal ekonomiler, söz konusu dönemde “liberalizm” sınırına girmiyor, bilakis bunun anti tezi olarak nitelendiriliyordu. Bu bağlamda, bizim Atatürk’ün sosyal liberal veya sosyal demokratik ülkelerde olduğu gibi sosyal piyasa benimsediği argümanımıza karşılık, bu dönemdeki liberalizmin olumsuz kullanımını sunmak ne kadar mantıkidir? Sosyal liberalizmi geçelim, böyle bir kavramsallaştırma klasik liberalizme bile ihtiva etmez. Zira Friedman, Mill, Hayek ve daha nice klasik liberal “bırakınız yapsınlar” anlayışına karşı çıkar. Hayek için “bıraknız yapsınlar” şiarı zararlıdır hatta tamamen özel rekabete dayalı ekonomi inşaa edilemeyeceğini ifade edip aktif devlet müdahalesinin zaruriliğine parmak basar.[19] John Stuart Mill ise şöyle yazar: “Devletin, bireyin gelişimini ve emeklerini engellemeyen, aksine bu gelişimi hızlandıran ve teşvik eden faaliyetler göstermesinde herhangi bir beis yoktur.”[20]
Bu dönemde Liberalizm kavramının minarşist hatta anarşik bağlamda hakim kullanımına birçok farklı vakıada rastlayabiliriz. Mesela dönemin İktisat Vekili Mustafa Şeref (Özkan)’ın 1930 yılında Meclis konuşması şöyledir: “Hükümet... o hakim noktaları daima ve tamamen kendisi işgal edecek ( hakim noktadan kasıt, merkez bankası ve temel kamu hizmeti gibi temel mali mekanizmalardır) ve bu sayede... hususi faaliyetleri himaye edebilmiş olacaktır. Eğer o hakim noktaları liberalizmin anarşik vaziyetine terk edecek olursak... on seneden beri istihsâl edilmiş olan neticelerin hepsi de bir senede bertaraf edilmiş olacaktır...”[21] 1935 yılında Recep Peker şöyle konuşur: “Biz iki cereyana gitmiyoruz. Birisi, her şeyi devlet yapacaktır, kızıl fikirler böyle söylüyor... Bunu kabul etmiyoruz, ikinci bir şeyin daha aleyhindeyiz. O da şudur: Husûsî teşebbüs canının istediğini yapacaktır. Ekonomi teşebbüslerinde devlet ona bağlıdır... Bu koyu bir liberal fikirdir...”[22] İktisat Vekili Mustafa Şeref, liberalizmden anarşik düzen anlamını çıkardığını açıkça ifade ederken Peker’ın konuşması da liberal nosyonunun aynı eksende bir anarşik toplumsal düzene tekabül ettiğini ortaya koyar. Bu dönemdeki hakim tasavvura göre, liberalizmde asgari bir düzeyde dahi olsa bir devlet müdahalesi olamaz.
Atatürk, şöyle konuşur: Devletçiliğin “bizce anlamı şudur; kişilerin özel teşebbüslerini ve kişisel faaliyetlerini esas tutmak, fakat büyük bir ulusun ve geniş bir ülkenin bütün ihtiyaçlarını ve (bu uğurda pek bir şey yapılmadığını göz önünde tutarak) ülke ekonomisini devletin eline almak. Türkiye Cumhuriyeti devleti, Türk vatanında yüzyıllardan beri kişisel ve özel teşebbüslerle yapılmamış olan şeyleri bir an önce yapmak istedi ve kısa bir zamanda yapmayı başardı. Bizim takip ettiğimiz bu yol görüldüğü gibi liberalizmden başka bir yoldur.”[23]
Atatürk burada, özel teşebbüs tarafından yapılamamış, bireylerin yerine getiremediği alanlarda devlet müdahalesi olduğunu ve bu yüzden de izledikleri yolun liberalizmden farklı olduğunu ifade etmekteydi. Yani Kemal Paşa’nın tasavvurundaki “liberalizm” terimi, ferdin yapamayacağı alanlarda bile bir devlet müdahalesinin olmadığı liberteryen vari bir iktisadi düzeni çağırıştırmakta; doğal olarak da bu, liberalizmin modern ve keynesci anlayışına tezat oluşturmaktadır. Hatta ifade edilebilir ki klasik liberalizmi bile aşan liberteryen devlet anlayışı eksenini kastetmektedir.
Tabiki, bu dönemde liberalizmi daha modern bağlamda tanımlayan kişiler de yok değildir. Fakat bu kişilerin bu tanımlarının kamusal alanda kabul gördüğünü ifade etmek olanaksızdır. Bu kişiler, esasen gözlemleyebildim kadarıyla da zaten iki kişidir: Fethi Okyar ve Ahmet Ağaoğlu. SCF programında şöyle yazmaktaydı: “Cumhuriyet’in menfaatleri için girişilmesi icap eden iktisadi işlerde fertlerin kuvveti kifayetsiz görüldükçe devlet doğrudan doğruya teşebbüs alır.”[24] Yani “ferdin yetişemeyeceği yere devlet müdahale eder” formülü benimsenmekte fakat bu formül, SCF’nin önde gelenlerinin tasavvuruna göre ek olarak “liberal” bir sıfata sahip olduğu iddia edilmekteydi. Nitekim Fethi Okyar’ın konuşmalarında mütemadiyen liberalizmin anarşik, denetlenmeyen bir piyasa olmadığı; denetlenen ve devlet müdahalesinin olduğu ama ferdi teşebbüsün esas olduğu temasının işlendiğini görüyoruz.[25] Ahmet Ağaoğlu şöyle yazmaktaydı: “Kemalist rejimin birinci hedefi ferdi... ezici... âmillerden kurtarmaktır... Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, Türk vatandaşını her türlü kuyuttan kurtarmak, onun... için... serbest sahalar açmak için yapılmıştır... Bunun yanıbaşında ferdin yetişemediği ve yapamadığı ...lüzümlu işleri devletin üzerine almasını ben de... kabul ederim... CHF’nin devletçiliğini... liberal ve demokrat devletlerin devletçiliklerinden ne aykırı ve ne de fazla buluyorum ve... CHF devletçiliğinin benim devletçilik hakkındaki fikirlerime Kadro’[cuların] planlı ve servet leri devletin eline veren devletçiliği[nden] daha yakın olduğu kanaatindeyim... Fırkanın başında [kiler]... devlet yalnız ferdin yetişemediği ve yapamadığı şeyleri yapar diye tasrih etmişlerdir.”[26] Fakat bununla beraber bu bağlamda bir liberalizm tanımı, hakim olan çağırışma sirayet edememiş ve son derece marjinal kalmıştır, nitekim gördüğümüz gibi Atatürk de “Türkiye Cumhuriyeti devleti, Türk vatanında yüzyıllardan beri kişisel ve özel teşebbüslerle yapılmamış olan şeyleri bir an önce yapmak istedi ve kısa bir zamanda yapmayı başardı. Bizim takip ettiğimiz bu yol görüldüğü gibi liberalizmden başka bir yoldur.” Diyerek kişisel ve özel teşebbüs tarafından yapılamamış faaliyetleri devletin üzerine alması ilkesinin liberalizmden başka bir şey olduğunu söyler. Bu dönemde CHF de aynen SCF gibi sadece özel teşebbüsün yetişemeyeceği yerlerde, kamu menfaati için devlet müdahalesini öngören formülü benimser fakat o dönemdeki hakim “anarşik ve liberteryen” liberalizm tanımını göz önünde tutup SCF aksine aynı formüle “liberal” olarak adlandırılmaz. Hatta Mahmut Esat Bozkurt bu eksende bir liberalizm tanımı yapan kişilerle dalga bile geçer: “Bizimkilere bakılırsa, bunlar hem liberal hem ılımlı devletçi! .. Hem de nasıl? Cumhuriyet Halk Fırkası'nın mensuplarından evvel, o fırkanın programının tatbikini isteyecek kadar! .. "Papa'dan fazla Katolik" diye buna derler”[27]
İsmet Paşa, örneğin Kadro dergisine verdiği makalede şöyle yazar: “Efradın yapabileceği bir şeyi devletin, bâhusûs bizim devletimizin yapmaması, şayanı arzudan da fazla bir şey, lazım bir şeydir.”[28] ve İsmet Paşa bu anlayışın, düşüncesine göre liberalizm karşıtı bir anlayış olduğunu da açıkça belli eder. Bu tasavvuru çoğu yerde rahatça gözlemleyebiliriz, örneğin; Bu anlayışı, yani hususi teşebbüsün başaramayacağı alanlara konsantre olan kamu yatırımları düşüncesini örneğin, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planının İktisat Vekaletince Başbakanlığa sunuluş yazısındaki şu satırlardan sezebiliriz:
“Bu programa hususi teşebbüs erbabı tarafından tesisine imkan görülmeyen sanayi şubeleri ithal edilerek devlet veya millî müesseselerin teşebbüsü olarak kurulmaları düşünülmüştür.”[29]
Nitekim Boratav da şöyle yazmaktaydı: “Gerçekten, Serbest Fırka liderinin liberalizmi, CHF uygulamaları ile o kadar uygunluk halindedir ki CHF resmi organı haklı olarak “devlet... millet tarafından daha iyi yapılabilir hangi teşebbüslere engel [oluyor]?” diye sormaktadır.”[30] Esasen, liberalizmi jandarma devleti ve liberteryen bağlamda ele alırsak bu formül liberalizm karşıtıdır, fakat liberalizmi bugün ki gibi modern-keynesgil ve hatta klasik bağlamında ele alırsak, bu nosyon liberalizme tezat oluşturmaz.
Sonuç olarak görülebileceği üzere kavramların dönemlere göre son derece akışkan bir ethosa haiz olduklarının unutulmaması analitik bir tarih yazımı için zarurettir. Özellikle liberalizm gibi bir sözcüğün çağırıştırabildiği anlamları zamandan ve mekandan azade yorumlamak, sosyal bilimler metodolojisine ters olması bir yana, araştırmacıyı çok yanlış yönlendirebilir. Son kertede görüleceği üzere, devletin ferdi teşebbüsün beceremeyeceği sektörlerde faaliyet göstermesi gibi bir formül bile 1920’ler ve 1930’larda liberalizm karşıtı bir anlam çağırıştırıyordu. Bu bakış açısı şüphesiz ki liberalizmden, modern liberalizm ve hatta Hayek tipi bir klasik liberalizmi dahi hariç tutmakta, hatta tezat göstermekte; ve liberteryen bir eksende şekillenmekteydi.
Alp Buğdaycı, İstanbul, Eylül, 2023
Dipnotlar:
[1] Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, 2020, S. 450-1; İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, 2018, S. 73; Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, 1979, S. 103-4. Bununla beraber bknz: Cemal Kafadadar, Kendine Ait Bir Roma, 2021, S 91-2.
[2] Türk kelimesinin bir ulus adı olarak, milliyetçi saikle ilk kullanımına 1897 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerinde rastlıyoruz.
[3] Ahmet Yıldız, “Ne Mutlu Türküm Diyebilene”, 2019, S. 50-1.
[4] Bernard Lewis a.g.e. S. 453-4; Stanford Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, 2017, S. 161-6; Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 2020, S. 89
[5] Zafer Toprak, Türkiye’de Milli İktisat, 2017, S. 89; Celal Bayar da devlet sosyalizmini bu anlamda kullanır, bknz: Celal Bayar’ın Söylev ve Demeçleri: Ekonomik Konulara Dair, 1955, S. 21-2.
[6] Karl Polanyi, Büyük Dönüşüm, 2010, S. 181.
[7] Bertrand Russel, Batı Felsefesi Tarihi, 3. Cilt, 2018, S. 190.
[8] Karl Marx, Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, 2017, S.175
[9]Ali Suavi Webster Lügatındaki “Nation” kelimesini ümmet olarak tercüme etmiştir.
[10] Benedict Anderson, Hayali Cemaatler, 2020, S. 41-3.
[11] Enver Behnan Şapolyo, Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, S. 305
[12] Mahmut Esat Bozkurt, Toplu Eserler, 4. Cilt, S. 183.
[13] Ülkü Dergisinin güzel bir karşılaştırmalı analizi için bknz: “Resmi İdeoloji ya da Alternatif Resmi İdeoloji Oluşturmaya Yönelik İki Dergi: Ülkü ve Kadro Mecmualarının Karşılaştırmalı İçerik Analizi”, Toplum ve Bilim, sayı 74, Güz 1997, ss. 181-193.
[14] En basitinden Peker’in ünlü “Disiplinli Hürriyet” yazısı buna örnektir.
[15] Tanıl Bora şöyle yazar: “Ünlü "bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler" şiarıyla karikatürleştirilen liberal ekonomi anlayışı, inşa halindeki milli ekonominin kaldıramayacağı bir lakaydi olarak anlaşılıyordu. Cumhuriyet'in kurucu ideolojisi nazarında liberalizm, sadece iktisadi düzeyde değil topyekün lakaydi anlamına geliyordu. Liberalizm sorumsuz ferdiyetçilik demekti, hudutsuz hürriyetler demekti, gayet basit: Her alanda işleri oluruna bırakmak demekti.”[Tanıl Bora, Cereyanlar, 2021 S. 520] Tabiki bu anlamın liberal teori ile alakası yoktur, nitekim Locke açıkça sınırsız hürriyet mefhumuna karşı çıkar (John Locke, Yönetim Üzerine İki İnceleme, 2020, S.185-6) veyahut Hayek de “l’aisez faire” kavramına karşı çıkıp devlet müdahalesinin zaruret olduğunu yazar.(Friedrich von Hayek, Kölelik Yolu, 2015, S 62-6) Hatta Hayek vatandaşlık gelirini dahi destekliyordu.(Robert Reich, Kapitalizmi Kurtarmak, 2020, S. 261-2)
[16] Mahmut Esat Bozkurt, Anadolu Gazetesi, 18 Eylül 1932, “Cumhuriyet Halk Fırkası ve Hasımları”, Liberalizm Masalı, S. 72.
[17] Mahmut Esat Bozkurt, Liberalizm Masalı, S. 109.
[18]a.g.e. S. 131
[19] Friedrich von Hayek, Kölelik Yolu, 2015.
[20] John Stuart Mill, Özgürlük Üzerine, 2019, S. 141.
[21] TBMM Zabıt Ceridesi, 2 Ekim 1930, 84. İn’ikat.
[22] Aktaran: Korkut Boratav, Türkiye’de Devletçilik, 2006, S. 188.
[23] Konuşmayı Atatürk hazırlamıştır. Fakat onun yerine Bayar okumuştur. (Celal Bayar’ın Söylev ve Demeçleri 1921-1938 Ekonomik Konulara Dair, 1955, S. 124-5)
[24] Çetin Yetkin, S.C.F Olayı, 2004, S. 365.
[25] Boratav a.g.e. S. 90.
[26] Aktaran: Korkut Boratav, Türkiye’de Devletçilik, 2006, S. 221.
[27] Mahmut Esat Bozkurt, Anadolu Gazetesi, 18 Eylül 1932, “Cumhuriyet Halk Fırkası ve Hasımları”, Liberalizm Masalı, S. 72.
[28] Başvekil İsmet, Fırkamızın Devletçilik Vasfı, Kadro Dergisi, 22. Sayı, Teşrinevvel 1933.
[29] Boratav a.g.e. S. 164.
[30] a.g.e. S. 91.
Yorumlar
Yorum Gönder