Mustafa Suphi Cinayeti

    Mustafa Suphi, şüphesiz ki Türk solunun en önde gelen efsanevi simalarından birisidir. Kendisi Türkiye Komünist Partisi’nin ilk Merkez Komitesi Başkanı ve Türkiye’de marksist siyaseti örgütlü şekilde savunmaya yeltenen ilk kişidir. Mustafa Suphi hakkında fikirleri kadar hatta kimi zaman fikirlerinden daha fazla konuşulan bir olay da ölümüdür. Mustafa Suphi ve 14 arkadaşı 28 Ocak 1921 tarihinde Karadeniz açıklarında vahşice öldürülmüş[1],o anda kocasının bu katliamına tanıklık eden eşi Maria Suphi ise bir seks kölesi yapılmıştır. Mustafa Suphi’nin katilinden kimin sorumlu olduğu ve bu cinayetin kimin için işlendiği soruları türk tarih yazımında her zaman tartışılır olmuştur. Bu konu hakkında birçok komplo teorisi formüle edilse de sanıyorum ki çoğunluğun bir konsensüse varabildiği iki temel olasılık vardır; 1. Enver Paşa için cinayetin işlendiği 2. Ankara Hükümeti yani Kemal Paşa için cinayetin işlendiği. İşte bu makalede bu olasılıkların üzerinde duralacak ve en olası senaryoya ulaşmaya çalışacaktır.


    Türkiye’de marksizm epey geç filizlenmeye başladığını iddia etmek sanırsam yanlış olmayacaktır.[2] Mustafa Suphi Türk tarihindeki belki de ilk marksist entellektüellerden birisidir. TKP’nin kurucu lideri olan Mustafa Suphi’nin ideolojik yolculuğu oldukça çetrefillidir[3]. Mustafa Suphi, İttihat ve Terakki içinden gelen ve ilk başlarda milliyetçi bir düşünce formasyonuna haiz bir kişilikti. Fakat 1908 devriminden sonra gitgide İttihatçılarla ters düşmeye başlar ve bu sebepten dolayı muhalefete geçer. Mustafa Suphi, İTC’ne muhalifliğinin apaçık yansımaları; 1912’de kurulan Milli Meşruiyet Fırkasının resmi gazeteleri olan İlham ve Vazife Gazetelerindeh Yazı İşleri Müdürü olarak çalışmasında görülebilir. İttihat ve Terakki yönetimi bu gazetelerdeki muhalif retorikten hiç haz etmemiş olacak ki 1912 yılında ikisini birden kapatır. Bu dönemde Milli Meşruiyet Fırkası; Saltanatçı, türkçü ve dış politika açısından, İttihatçıların aksine [4] da Almanya yanlısı bir çizgi izler. Partide Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura gibi önde gelen türkçü aydınlar bulunur. Bu dönemde Mustafa Suphi özellikle Akçura’dan etkilenmiş ve Akçura tarzı Alman tipi bir etnik milliyetçiliğin savunusunu yapmıştır[5] Fakat Mustafa Suphi, Mahmut Şevket Paşa suikastından sonra artan otoriter tutumdan[6] da nasibini almış ve muhalif pozisyonu sebebiyle Sinop’a sürgüne yollanmıştır[7] Buna karşın Suphi ve yanındaki küçük bir grup sürgün yerinde kalmak istememiş ve oradan Rusya’ya kaçmışlardır. Rusya’da ilk türkçü çevrelerle beraber Türkçü politik aktivitelerini sürdürmüş ardından giderek sosyalist çizgiye kayarak marksizmi benimseye başlamıştır, fakat bununla beraber bu dönem cereyan eden Bolşevik harekete nispeten mesafeli durmuştur. Öyle ki önemli bir süre “bolşevizm” kelimesini ağzına bile almamaya itinayla direnmiştir [8] Bununla beraber Bolşeviklerle iş birliği yapmaktan kaçınmamıştır. Mustafa Suphi’nin 9 yıl sonra Türkiye’ye dönüp ilk Merkez Komitesi Başkanı olduğu TKP’nin propagandasını yapma girişimi, sonunda vahşice katledilmesi ile biter. Bu olaya tanık olanlar bu talihsiz olayı şöyle tasvir eder: 

“Yoldaşlarımıza karşı taşla saldırdılar, onları parçalamak istediler, hiçbir yerde ne onlara yemek, ne de atlarına yem satmak istendi. Trabzon'da onları doğrudan doğruya limanda homurdanan ve küfürler yağdıran bir kalabalığın içine sürüklediler. Limanda onları silahsızlandırdılar. Hemen hareket eden bir tekneye bindirdiler. Bir diğer motor peşlerinden gidip onları yakaladı. Silahlı adamlar yoldaşlarımızı bağlayıp süngü darbeleri ile delik deşik ettikten sonra denize attılar.” [9]


Mustafa Suphi’nin eşi ise seks kölesi olarak Yahya Kahya ve arkadaşları tarafından kullanılır ve ardından bölgenin zenginlerinden Ragıb Bey’e “hediye” edilir.[10] Peki bu durumdan kim sorumludur? Öncelikle şu konuda pek bir tartışma yoktur ki Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katliamından Yahya Kahya ve himayesinde olan Sağ İttihatçı grup sorumludur. Fakat buradaki esas mesele; bunun azmettiricisinin kim olduğunun tespiti hususunda yoğunlaşmaktadır. Erik Jan Zürcher, durumun tam aydınlatılamadığını ifade eder[11] ama yine de kesin olmamakla beraber katliam emrinin Ankara hükümeti ve Mustafa Kemal tarafından verilmiş olma olasılığının nispeten daha yüksek olduğunu iddia eder.[12] Zürcher bu iddiasını şöyle savunur: 

“Anadolu hareketinin başarısı açısından son derece hayat önemi olan Sovyet yardımı için onlara rakip çıkabilirdi.”[13] Şükrü Hanioğlu da, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının ölüm emrini kimin verdiğinin kesin olmadığını yazar.[14]

Tanıl Bora ise Mustafa Suphi ve arkadaşlarının cinayetinin Ankara’nın komünistlik faaliyetlere olan tahammülsüzlüğünü gösterdiğini ifade ederek bu olayda Ankara’nın payı olduğuna dikkat çeker.[15] Temel olarak Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülüşünde Ankara’nın rol oynadığına dikkat çekenler; Suphi ve onun yardımcılarının Sovyet yardımları için rakip olarak çıkma olasılığının sebep olduğu korkunun bu cinayetlere azmettirdiğini ifade ederler. Esasen şu açıktır ki Ankara-Moskova ilişkileri en baştan itibaren dostane bir seyirden ziyade sürekli bir gerginlik üstünde seyretmiştir, iki taraf da birbirine tam anlamıyla güvenmemektedir. Örneğin, Moskova’ya giden ilk TBMM heyeti 69 günlük yolculuklarından sonra Moskova’ya varınca Bolşeviklerce tabiri caizse “kaale alınmamıştır”. Tren garında kimse onları karşılamamış, 1 saat tren garında beklemişler üstelik heyet görüşmeler boyunca açlık çekecek düzeyde ilgiden yoksun bırakılmıştır. Heyetin açlıktan kurtulmasına bile Tatar türkleri yardımcı olmuştur.[16] Hülasa Sovyetler, Türkiye ile bir ittifaka başından beri sıcak bakmamaktadır. Öyle ki Stalin 22 Şubat 1921’de Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa’ya İngilizlerle ticaret antlaşması yapacaklarını bu yüzden Türkiye ile bir ittifak antlaşmasının mümkün olmadığını ifade eder, fakat bunun yanında Stalin, bir kardeşlik antlaşması imzalanabileceği ve defacto olarak para ve silah yardımı yapılabileceğini ifade eder.[17]

Bu dönemde, Sovyetler NEP politikası bağlamında uluslararası ticari piyasalara entegre olmaya çalışmaktaydı. Öyle ki Lenin “komünistler ticaret yapmayı öğrenmelidir” diyordu.[18] Hatta Karl Polanyi, bu bağlamda Rus Devriminin esasen iki ayrı devrimden oluştuğunu, 1920’lerde tezahür eden ilkinin burjuva devrimi nüvelerini taşıdığını, 1930’lardaki ikinci devrimin gerçek bir sosyalist muhtevaya haiz olduğunu şöyle yazar:


“Çeyrek yüzyıllık Rus tarihine baktığımızda, Rus Devrimi dediğimiz şeyin aslında iki ayrı devrimden oluştuğunu görü yoruz. Birincisi geleneksel Batı Avrupa ideallerini iceriyordu, ikincisi ise otuzlu yılların bütünüyle yeni gelismelerinin bir parçasıydı. 1917-24 Devrimi, Avrupa'da İngiliz Commonwealth’inin ve Fransız Devrimi'nin gelişmesini izleyen siyasal çalkantıların sonuncusuydu; 1930 civarında çiftliklerin kamulaştırılmasıyla başlayan devrim ise, otuzlu yıllarda dünyamizın dönüşümünü gerçekleştiren sosyal değisikliklerin ilkiydi. İlk Rus Devrimi 1789 ideallerinin gerçek bir mirasçısı olarak mutlakiyeti, feodal toprak mülkiyetini ve ırkçı baskıları ortadan kaldırdı; ikinci devrim sosyalist bir ekonomi kurdu.(…) Görünüşte Rusya yirmili yıllarda Avrupa'dan ayrıydı ve kendi kurtuluşu için çaba harcıyordu. Daha dikkatli bir çözümleme bu görünüşün yanlış olduğunu gösterebilir. Çünkü iki devrim arasındaki yıllarda onu bir seçim yapmaya iten uluslararası sistemin çöküşüydü. Daha 1924’e gelinmeden “Savas Komünizmi" unutulup gitmişti. Rusya, dış ticaret ve anahtar sanayilerde devlet kontrolünü korumakla birlikte serbest tahıl piyasasını yeniden kurmuştu.  Artık, büyük ölçüde tahıl, kereste, kürk ve diğer organik hammaddelerin ihracatına dayanan dış ticaretini artırmaya çalışıyordu.”[19]


Bu bağlamda, yirmili yıllarda uluslarası piyasalara entegre olmaya çalışan Sovyetlerin İngiltere ile bir ticaret antlaşmasını müzakere etmesi, Ankara nezdinde Sovyetler’in güvenilirliği hakkında büyük bir soru işareti uyandırıyordu. Kızıl Ordu’nun Gürcistan’a saldırmasından sonra Kemal Paşa, 21 Şubat 1921 tarihli meclis konuşmasında açıkça Bolşeviklere güvenmediğini ifade eder.[20] Kemal Paşa şöyle der:

“Evvela... Ruslar Kırmızı kıtalarıyla Gürcistan'a taarruz ederken, bize malumat dahi vermemişlerdir. İkincisi, Ruslar, bu defa da bizi ortak harekete davet etmemişlerdir. Dün gece yarısı yatağından kaldırdığımız Rus Elçisi Medivani'nin bana söylediği de sınırlarınız dardır, oturunuz yerinizde”[21]

Aynı şekilde Kemal Paşa, bu konuşmasında İngilizlere karşı Bolşeviklerin ehven-i şer olduğunu ifade eder.[22]

Ayrıyeten söz konusu dönemde özellikle yüksek rütbeli paşaların bolşeviklere ve onların özellikle askerler üzerindeki etkilerine son derece şüpheci baktıkları bilinmektedir. Kazım Paşa’nın 27 Ağustos 1921 tarihli Genelkurmay Başkanı İsmet (İnönü) Bey’e telgrafında Bolşeviklerin askeri üniformalar üstündeki tesirini ve kendisinin buna karşı tepkisini şu şekilde ifade eder: 

“Erzurum'da apolet ve kalpak tepeliği bulunmadığından hudut boylarında subaylar da nefer kıyafeti giyiyor. Zaten apolet, hele de sırmalı apolet yaptırmak kolay değil. Şehirlerde subaylar bazen adi boya ile apolet yapıyor. Böyle bir üniforma ve apolet sorunu yaşanırken, Nahçıvan'da Kızıl Ordu birlikleriyle temas kurulduktan sonra apoletlere karşı genel bir nefret oluşuyor! Sebebi de Bakü'deki İslam nutuklarında ve gazetelerde hep subayların apolet ve yaldızlarının hedef gösterilmesidir. İngiliz ajanları da Bolşeviklerin erleri subaylara karşı ayaklandırıp apoletleri söktüreceklerini propaganda ediyor. Bu da apolet takmaya karşı çekingenlik yaratıyor. Azerbaycan ordusunda hizmet edip ülkeye dönenlerde de bir apolet düşmanlığı var. 11. fırka kumandanı Cavit Bey'in birliklerinde subaylar Bolşevik alametleri takıverdiler! Bunları yasakladım. Kızıl Ordu apoletlerini kaldırttım. Serpuşlardaki yıldız yerine de ayyıldız takılmasını serbest bıraktım.”[23]


Özetle anlaşılacağı üzere Sovyetler ile Ankara Hükümetinin ilişkisi halihazırda çok sağlam temeller üzerine inşaa edilmemişti ve iki tarafın da birbirine karşı şüpheleri mevcuttu. Bu bağlamda zaten Mosokova’ya güvenmeyen Ankara Hükümeti’nin Mustafa Suphi ve çoğunlukla Bakü Türklerinden oluşturduğu 1000 kişilik kızıl alayının bu yardımlara rakip olabileceği ihtimalinin üzerinde durmayacağını düşünmek son derece mantıksız olurdu. Fakat bu olgunun ileride göreceğimiz gibi cidden Ankara hükümetini Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldürtmeye sevk ettiğini düşünmek doğru olmayabilir. Zira Sovyet yardımlarının boyutu Ankara’nın istekleriyle karşılaştırılınca son derece mütevazi kalmaktaydı.

İşte bu Sovyetler ile Ankara arasındaki güvensizlik döneminde Mustafa Suphi ve ekibi Türkiye’ye geri dönme kararı alır. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Muhtar Bey, Rus rejiminin Mustafa Suphi’yi Komünist ideolojinin Türkiye’de yayılmasını istediği için yolladığını ifade eder.[24] Öyle ki Mustafa Suphi’nin yeni tayin edilen Sovyet Elçisi ile beraber Türkiye’ye girmesi bunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Mustafa Suphi’nin aynı şekilde genelde savaş esirlerinden oluşan Bakü’de topladığı 1000 kişilik askeri kuvveti dahi vardır ve Mustafa Suphi bu 1000 kişilik ordusuyla beraber Kurtuluş Savaşı’na katılmak istemektedir. Fakat bu birlik nitelik açısından berbat durumdadır, öyle ki Karabekir Paşa her şeylerinin bakımsız olduğuna ve subaylarının sadece kumar ile eğlence ile meşgul olduğuna dikkat çeker.[25]

Ama yine de Mustafa Suphi’nin Kızıl Alayı ile  beraber Türkiye’ye girilmesine izin verilmez ve sadece çekirdek bir kadroyla sınırdan geçmesine müsaade edilir.

Mustafa Kemal, Mustafa Suphi’nin yakınlarından olan Süleyman Sami’ye açıkça şöyle der: 

“Dışarıdan gelen teşkilatçı kimselere ihtiyaç yoktur. Sizin en yetkili organınız ile bizim ilişkileri, yalnız Büyük Millet Meclisi sağlayabilir.”[26]

Bu sırada 28 Aralık günü Ermenistan-Türkiye sınırını geçerek Mustafa Suphi Kars’a varır. Yeni atanan Sovyet Elçisi ile Kızıl Bayraklı arabasıyla köyleri dolaşmaları ve ilk andan itibaren propaganda yapmaları civarda rahatsızlık yaratır. Mustafa Suphi “size Lenin’den selam getirdim” gibi ifadeleri tepkilere sebep olur ve bunun üzerine Karabebekir onları uyarmak zorunda kalır. Kemal Paşa, 29 Aralık’ta Karabekir’e şifreli bir telgraf çekerek Mustafa Suphi’yi izlemesi gerektiğini çünkü kendisinin halihazırda kontrol altında olan komünist cereyanları körükleyebileceğini ifade eder:

“Ankara'da komünist cereyanları arzu hilafınadır. Bakü Türk Komünist Fırkası reisi Mustafa Suphi'nin bu cereyanları körüklemesinin sakıncalı olacağı hatıra gelmektedir. Bir defa kendisini gördükten sonra mütalaa-i devletlerinin işaret buyurulmasını rica ederim.”[27]

Karabekir Paşa ve Erzurum Valisi Hamit Bey el altından Mustafa Suphi’ye karşı halkın tepkisini organize ederek Suphi’nin propaganda faaliyetlerini yıpratmaya çalışır. Mustafa Kemal Paşa da Karabekir ve Hamit Bey’in bu hareketlerini onaylar ve 25 Ocak 1921 tarihli bir mektubunda şöyle yazar:

“Erzurum'da Mustafa Suphi hakkındaki ulusal tepkilerin planını, daha önce Kazım Karabekir Paşanın ve sonra Hamit Beyin yazılarıyla öğrenmiş ve uygun bulmuştum. Herhalde, doğudan gelecek yıkıcı herhangi bir akıma karşı Erzurum ve Trabzon'un ve bütün ülkenin bir demir duvar durumunda bulunacağına güveniyorum”[28]


 Yine aynı gün, protestolar ve büyük tepkiler sonucu Mustafa Suphi’nin Erzurum’dan kovulmasını; Mustafa Kemal takdirle karşıladığını belirten telegrafında şöyle yazar: 

“"milletimizin dirliğini bozucu herhangi bir akımın her nereden gelirse gelsin, duraksamaksızın kırılması doğal olduğundan [..] gerek bakanlar kurulunun ve gerek bütün milletin uyanık ve tedbirli bulunması(gerekir)"[29]


Sonuç olarak Mustafa Suphi ve TKP heyeti önce Erzurum’dan Bayburt’a gönderilir oradan da Trabzon’a geçmek zorunda bırakılırlar. Yol boyunca halk heyete, değnekler ve çürük yumurtalar ile saldırır. [30] Fakat Mustafa Kemal ve diğer paşaların Mustafa Suphi’ye karşı tüm olumsuz tavırlarına rağmen bunun kesin surette cinayetin faillerinin onlar olduğunu iddia etmek için yeterli kanıt olduğu kanısında değilim. Emel Akal, Yahya Kahya tarafında icraa edilen cinayetin emrinin hala kimden çıktığının kesin olmadığını yazar.[31] 


    Öncelikle cinayeti işlediği üzerinde hemfikir olunan Yahya Kahya’yı ve onun ideolojik formasyonunu incelemenin şart olduğuna inanmaktayım. Andrew Mango, Yahya Kahya ve adamlarının sağ kanat ittihatçılar olduğunu ifade eder.[32] Yahya Kaptan sıkı bir ittihatçı ve sadık bir Enver Paşa tarafarıydı.[33] Öyle ki Enver 1921 Ağustos’unun başında Anadolu’ya geçmek ve Milli Mücadelenin komutasını devralmak amacıyla Batum’a geldiğinde Yahya Kaptan ile sürekli irtibat halindeydi ve Mustafa Kemal’e karşı onun desteğine sahipti; [34] Nitekim Enver Paşa’nın yakını ve onun Berlin’de kurduğu “İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı’nın (Bu cemiyet için bkz: [35]) Anadolu’daki propagandasını yapmak ve Enver Paşa ile Mustafa Kemal arasında aracılık yapmak üzere yollanan Halil (Kut), kendisine ülkede kalamayacağı ve derhal Türkiye’yi terk etmesi gerektiği bildirilince Yahya Kaptan’a sığınmış ve Yahya Kaptan ve Milisleri sayesinde birkaç ay daha ülkede kalabilmişti.[36] 

Bu dönemde Enver Paşa, kendisini Mustafa Kemal’in sol bir alternatifi olarak sunmaya çalışır[37]; Sovyetler de Enver Paşa’yı siyasi alanda kullanılabilecek bir vasıta, Mustafa Kemal’e bir alternatif olarak görüyorlardı.[38] Olayları yakından gözlemleyen, dönemin Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa şöyle yazar: 

“Ruslar, Enver Paşa'yı Moskova'da bulundurmakla maksatlarına daha kolay erişebileceklerini sanmışlardı. Fakat Ankara'da, Enver Pa­şa ve arkadaşlarının teşekkülünden bambaşka ve onlarla hiç alâkası bu­lunmayan kuvvetli bir teşekkülün vücude gelmesiyle, Enver Paşa'nın Anadolu üzerinde nüfuzu olmadığını anlamışlardı. Bununla beraber Ankara'nın çok zayıf düşeceği bir sırada, kendi tesirleri altına aldıklarını sandıkları Enver Paşa ve arkadaşlarıyla Ankara hükümetini ele geçirmeği düşünmüşlerdi. Kütahya ve Eskişehir'deki mağlûbiyetimizden sonra maksatlarına ulaşabilmek için Enver Paşa’yı Cenubî Kafkas­ ya'da harekete geçmişlerdi.”[39]


Bu dönemde Enver Paşa SSCB yanlısı bir portre çizmeye çalışmış hatta Murat Bardakçı’nın tabiriyle özellikle Buhara’da olduğu dönemde “Bolşeviklerin Resmi Görevlisi” olmuştu.[40] Yani denebilir ki Enver Paşa Bolşeviklerin desteğini alarak kendini Kemal Paşa’nın alternatifi olarak göstermeye çalışıyordu. Nitekim Enver’in bu tavırları Ankara’yı da endişelendirmekteydi. Murat Bardakçı durumu şöyle açıklar:

“İttihadçılar'ın Meclis'teki mevcudiyetinden bile endişelenen Ankara Hükümeti'nin Enver'in Anadolu'ya geçmesi gibi bir oldu-bittiye göz yumması mümkün değildi... Ankara, Enver'in Moskova'daki bütün faaliyetlerini zaten yakından takip ediyordu. Büyük Millet Meclisi'nin Moskova'daki mümessilliğinin kapısı Enver'e gerçi açıktı, Enver buradaki yetkililer ile sık sık beraber olmakta, durum değerlendirilmesi yapılmakta, yemekler yenmekte, güya karşılıklı fikir alışverişinde bulunulmakta idi ama Enver, Ankara için gözden uzak bulundurulmaması, mutlaka izlenmesi ve her hareketinin takip edilmesi gereken bir sabık, hattâ rakipti. Dolayısı ile, temasları hakkında öğrenilen herşey Ankara'ya ânında rapor olarak gönderiliyordu. Hükümet, Sakarya Savaşı'ndan aylar önce, 1921'in 12 Mart’ında Enver ve Halil Paşalar ile emsâlinin Anadolu'nun herhangi bir yerine gelmeleri halinde derhal sınırdışı edilmelerini emreden bir kararname yayınladı. Kararnamenin altında hükümet üyeleri ile Meclis Reisi Mustafa Kemal'in imzaları vardı!“ [41]


Bu dönemde Fevzi Paşa tüm cephelere yolladığı 24 Mayıs 1921 tarihli şifreli telegrafında ise Enver’in sınırı geçmesi halinde derhal tutuklanmasını emreder:

“Enver Paşanın da Komünistlik lehinde bazı teşebbüsatta bulunduğu ve kendisinin Moskova’dan gaybubet ettiği tahakkuk etmiştir. Gerek kendi namına sahillerimi­ze ve kara hudutlarımıza gelecek eşhasın ve gerekse, vü­cudu halinde bizzat Enver’in tevkif olunarak, sıkı inzibat tedbirleri altında doğruca ve mahfuzan Ankara’ya gönderilmesi lüzumunun, alâkalılara mahrem surette, katiyen ve ehemmiyetle tebliği ve işbu şifrenin alındığının telgrafla bildirilmesini rica ederim. Cephelere ve Kolordu­lara, Merkez Ordusuna ve havali Kumandanlarına yazıl­mıştır.”[42­]


Enver Paşa Doğu Halkları Kurultayı’na katıldığında da özellikle Mustafa Suphi’nin taraftarları ve TKP üyeleri tarafından kongrede çok büyük eleştirilere maruz bırakılmıştı. Enver Paşa’nın konuşması okunacağı zaman da Türk Komünistleri “Kurultay’a değil, Halk Mahkemesi’ne” diyerek Enver Paşa’yı şiddetli şekilde protesto etmiştir.[43] Enver Paşa’nın konuşması genel itibariyle savunmacı bir tondaydı ve yaptıklarının meşruluğunu gösterme çabası, konuşmanın temelini teşkil etmekteydi.[44]

Hülasa görülebileceği gibi Enver ile Mustafa Suphi, Mustafa Kemal’in iki tane birbirine alternatifiydi. Mesela Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa’nın Sovyet Dışişleri Komiseri Çiçerin ile yaptığı görüşmelerde bizatti olarak Enver’in Kemal Paşa’ya alternatif olarak değerlendirildiğini ifade eder.[45] Ali Fuat Paşa şöyle yazar: 

“Avrupa'dan gelen haberlerden Yunan taarruzunu Sakarya'da”durdurabileceğimiz anlaşılıyordu. Fakat Sovyet hükümetinin kanaati hâlâ dağılacağımız merkezindeydi. Bundan dolayı vaziyetlerini kuvvetli göstermeye çalışıyorlar ve bize her türlü yardımı yapabileceklerin söy­lüyorlardı. Maksatları, maneviyatımızı yükselterek kendi nokta-i nazarlann göre, garp cephemizin muharebeye devamını temindi. Musta­fa Kemal Paşa'nın riyaset ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hü­kümeti, muharebeye devam edemiyecek olursa, Enver Paşa'yı Kızılordu’dan tefrik edecekleri veyahut yeniden kuracakları Müslüman kuvvetleri ile Anadolu'ya göndererek Garp cephemizi ve Ankara hüküme­tini kendi nüfuzları altına almak isteyeceklerdi.”[46]


Şükrü Hanioğlu, Moskova tarafından, Enver’in Mustafa Kemal’e alternatif olarak göz önünde tutulmakla beraber esasen Mustafa Suphi’nin daha makbul bir alternatif olarak değerlendirildiğini kaydeder.[47] 

Mamafih Mustafa Suphi cinayetiyle Enver, Sovyetlerin Kemal Paşa’ya karşı tek alternatif haline getirilmesi ve Enver Paşa’nın çalışmalarını zedelenmemesi hedeflendiğini[48] ifade etmek çok daha akla yatkın olsa gerek. Mustafa Suphi’nin bu saikle öldürüldüğünü doğrulayacak, sanıyorum ki çok temel bir kanıt mevcuttur. İlk defa Murat Bardakçı tarafından yayınlanan Enver Paşa’nın 24 Nisan 1921 tarihli karısı Naciye Sultan’a yazdığı mektubunda; Enver Paşa şöyle yazar:

"...Komünist Partisi Reisi Suphi Bey, Bakü'de aleyhimde bulunduğu için biçareyi Trabzon'da evvelâ karla, tükürükle hamallar epeyce ıslattıktan sonra bir motorbotla Batum'a iade etmek üzere yola çıkarmışlar. Halbuki yanında yüz yirmi bin Rus altını olduğundan kendisini zanlarınca yolda öldürmüşler paralarını almışlar. Maamafih bunu benim için yaptıklarından memnun olduğumu ve başkasına söylememelerini tembih ettim. Bence düşman da olsa, madem ki Müslüman, böyle olmamalıydı. Fakat ne çare, yazılan çekilirmiş."[49]


Enver Paşa, açıkça özel mektuplarında Mustafa Suphi cinayetinin kendi emriyle vuku bulmasa da kendisi için işlendiğini cinayetten sonra, cinayeti işleyenlerle görüşüğünü ve eylemlerinden memnuniyet duyduğunu söylediğini yazar. Tabi cinayetin işlenmesinde Mustafa Suphi ve arkadaşlarının yanlarında bulunan önemli miktardaki paranın da rolünü de göz ardı etmemek lazımdır. Velhasıl, işte kanaatime göre Mustafa Suphi ve taraftarlarının cinayeti hususunu aydınlatabilecek en net kanıt bu’dur. Ayrıyeten Yahya Kahya ile Ankara hükümetinin arasının iyi olmadığı, Trabzon’da adeta bir “Liman hükümeti” kurduğu ve ardından da durumdan bıkan askeri yetkililerin müdahalesi sonucu 3 Temmuz 1922 günü Trabzon Kışlası önünde öldürüldüğü Mango’nun da ifade ettiği gibi kuşkusuzken[50], Yahya Kahya’nın Ankara Hükümetinin emriyle, Ankara Hükümeti için Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldürdüğünü iddia etmek son derece güçtür. Doğrudur, Kemal Paşa ve diğer Paşalar Mustafa Suphi ve TKP’ye hiç sıcak bakmamışlar hatta Mustafa Suphi’ye karşı birtakım eylemler tertip ettirmişlerdir, mesela Mustafa Suphi’ye karşı bu olumsuz tavrı dönemin Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa’da da görebiliriz. Ali Fuat Paşa hatıratlarında şöyle yazar: “Mustafa Suphi'yi şöhret ve ihtiras peşinde koşan zeki, kurnaz ve azim sahibi bir şahsiyet gibi görmüştüm.”[51] Mustafa Kemal Paşa ise Mustafa Suphi ve arkadaşlarını tasvir etmek için “soysuz”, “sersem”, “serseri” sıfatlarını kullanmaktan çekinmemiştir.[52]

Ayrıca Mustafa Suphi’nin özellikle Sovyet yardımı konusunda bir tehlike olarak görüldüğü barizdir. Fakat bunu abartmamak gerekir, nitekim Sovyet yardımlarının boyutunun da mütevazi olduğunu göz önünde bulundurmak lazımdır. Ali Fuat Cebesoy'a göre Sovyetler'den 200 bin tüfek istendiği halde,. ( tüm isteklerin listesi için bkz; [53]) 18 Eylül 1921 ile 14 Haziran 1922 arasında 43 bin tüfek teslim edilmiştir.[54]


Tüm bunları göz önünde tutunca ifade edilebilir ki Mustafa Suphi, her ne kadar Enver Paşa’nın emriyle olmasa da Enver Paşa için öldürülmüş olduğu ve bunun da Enver Paşa tarafından takdirle karşılandığı ifade edilebilir. Nitekim Yahya Kahya Mustafa Kemal’in ittihatçı bir muhalifi olduğu ve Enver Paşa’ya olan bağlığı göz önünde bulundurulduğunda, bu cinayetin arkasındaki saikin ifade edilen yönde olduğunu artiküle etmek; yanlış olmayacaktır.


Alp Buğdaycı, İstanbul, Ocak 2023


Dipnotlar:


[1] Şevket Süreyya Aydemir, Enver, 3. Cilt, 1972, S. 580’de Şevket Süreyya öldürülenlerin tam isimlerinin hatta sayılarının belli olmadığını ama yine de ölenlerin 15’ler olarak anıldıklarını yazar.

[2] Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, 8. Cilt; Sol, 2008, S. 27-29

[3] Tanıl Bora, Cereyanlar, 2020, S. 632

[4] Feroz Ahmad, The Young Turks; Struggle for the Ottoman Empire, 2019, S. 7-12’de ifade edildiği gibi, Jön Türkler 1913-14’e kadar ingiliz yanlısı siyasetten yanalardı. 

[5] Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, 1978(TTK Baskısı), S. 19 ve 23’te Akçura, Türkçülükten kastının ırka dayanan siyasi bir millet teşkili olduğunu ifade eder. Aynı şekilde Akçura’ya göre “vicdani isteğe dayanan” Fransız tipi bir Vatandaşlığa dayalı milliyetçiliğin Şark’ta tatbiki mümkün değildi(Yusuf Akçura, A.G.E, S. 21) Fakkat şu da ifade edilmelidir ki Akçura henüz 1904’te Türkçülüğe sempatisine rağmen Osmanlı’nın bulunduğu şartlar vesilesiyle İslamcılık ve Türkçülük arasında kararsız kalır. Akçura şöyle yazar: “Hulâsa, öteden beri zihnimi işgal edip de, kendi kendimi ikna edecek cevabını bulamadığım sual yine önüme dikilmiş cevap bekliyor: Müslümanlık, Türklük siyasetlerinden hangisi Osmanlı Devleti için daha yararlı ve kabil-i tatbiktir?”(A.G.E S. 36)

[6] Mahmut Şevket Paşa’nın suikastı halihazırda özellikle 1912 Sopalı Seçimleri sonrası tezahür eden otoriterleşmenin ivmesini arttırmıştı: Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 2020, S. 137; Stanford/Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, 2. Cilt, 2017, S. 355; Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, 2020, S. 305

[7] Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, 8. Cilt; Sol, 2008, S. 140. Esasen İttihatçılar, Mahmut Şevket Paşa suikastından sonra etkili muhaliflerin çoğunu, suikast sonrası ortamdan faydalanarak Sinop’a sürgüne yollamıştı(Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki 1908-1914, 2020, S. 184) 

[8] Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, 8. Cilt; Sol, 2008, S. 140-6

[9]  Dönüş Belgeleri, 2. Cilt, 2004, S. 132

[10] Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, 8. Cilt; Sol, 2008, S. 160

[11] Erik Jan Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, 2021, S. 192

[12] Erik Jan Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 2020, S. 189

[13] Erik Jan Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, 2021, S. 192

[14] M. Şükrü Hanioğlu, Atatürk An Intellectual Biography, 2013, S. 108.

[15] Tanıl Bora, Cereyanlar, 2020, S. 633

[16] Türk Dış Politikası, Editör: Baskın Oran, 2020, S. 168-9

[17]Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatıraları, 2002, S. 142’de Stalin’in ifadeleri şöyle aktarılır: “İttifak akdedemeyiz, dedi. Çünkü İngilizlerle ticaret muahede­si yapacağız. Bundan maksat, ticaret muahedesi aleyhinde bulunan Fransa ile bu muahedenin taraftan İngiltere'nin ve netice itibariyle Amerika'nın rekabetini tevlit etmek ve bunların bizlere karşı olan itti­fakını parçalamaktır.”

[18] Tony Clif, Lenin, 4. Cilt, 2002, S. 176

[19] Karl Polanyi, Büyük Dönüşüm, 2010, S. 330-1.

[20] Atatürk’ün Bütün Eserleri, 11. Cilt, 2005, S. 51-6

[21] Atatürk’ün Bütün Eserleri, 11. Cilt, 2005, S. 52

[22] Atatürk’ün Bütün Eserleri, 11. Cilt, 2005, S. 52-3. Ayriyeten Atatürk’ün bu dönemdeki sol terminolojisiyse onun gerçek düşüncelerinden ziyade pragmatik zihniyetini yansıtmaktaydı.(Bknz: M. Şükrü Hanioğlu, Atatürk Entellektüel Biyografi, 2023, S. 391-412)

[23] Aktaran; Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, 2008, S. 254

[24] Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, 2008, S. 248

[25] Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, 2008, S. 258

[26] Atatürk’ün Bütün Eserleri, 9. Cilt, 2002, S. 273

[27] Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, 2008, S. 261

[28] Aktaran: Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, 8. Cilt; Sol, 2008, S. 159

[29] Aktaran: Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, 8. Cilt; Sol, 2008, S. 159

[30] Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, 8. Cilt; Sol, 2008, S. 160

[31] A.G.E

[32] Andrew Mango, Atatürk, 2021, S. 359

[33] Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, 2008, S. 262

[34] Erik Jan Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, 2021, S. 195

[35] Murat Bardakçı, Enver, 2021, S. 219-20; Ayrıca Şevket Süreyya Aydemir, Enver, 3. Cilt, 1972, S. 582-588. Nitekim Şevket Süreyya Aydemir bu cemiyetin etkisizliğini şöyle ifade eder: “Hulâsa İslâm İhtilâli Cemiyetleri Kongresi, rüzgâr gibi da­hi esmeden gelip geçer.”(Şevket Süreyya Aydemir, A.G.E. S. 588. Erik Jan Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, 2021, S. 193’te de örgütün güçsüzlüğüne dikkat çekilir. Ayrıca Şükrü Hanioğlu örgütün İslami Bolşevizmi araçsallaştırma hedefine olduğunu yazar.(M. Şükrü Hanioğlu, Atatürk Entellektüel Biyografi, 2023, S. 391)

[36] Erik Jan Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, 2021, S. 195

[37] Erik Jan Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, 2021, S. 186

[38] Murat Bardakçı, Enver, 2021, S. 200. Ayrıca Şevket Süreyya Aydemir de Sovyetlerin Enver Paşa’yı Mustafa Kemal’a karşı kullanabilecekleri bir koz olarak gördüklerini ifade eder; Şevket Süreyya Aydemir, Enver, 3. Cilt, 1972, S. 585

[39] Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatıraları, 2002, S. 288

[40] Murat Bardakçı, Enver, 2021, S. 309

[41] Murat Bardakçı, Enver, 2021, S. 223

[42] Şevket Süreyya Aydemir, Enver, 3. Cilt, 1972, S. 613-4

[43] Şevket Süreyya Aydemir, Enver, 3. Cilt, 1972, S. 574; Murat Bardakçı, Enver, 2021, S. 207

[44] Şevket Süreyya Aydemir, Enver, 3. Cilt, 1972, S. 576-7

[45] Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatıraları, 2002, S. 236-8

[46] Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatıraları, 2002, S. 237

[47] M. Şükrü Hanioğlu, Atatürk Entellektüel Biyografi, 2023, S. 390.

[48] Stanford/Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, 2. Cilt, 2017, S. 420

[49] Murat Bardakçı, Enver, 2021, S. 241

[50] Andrew Mango, Atatürk, 2021, S. 359

[51] Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatıraları, 2002, S. 38

[52] M. Şükrü Hanioğlu, Atatürk Entellektüel Biyografi, 2023, S. 404.

[53] Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatıraları, 2002, S. 77

[54] Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, 2008, S. 289

Yorumlar