10 Kasım Üzerine Çeşitli Düşünceler


Esas itibariyle bu yazı analitik ve akademik bir içeriğe haiz olmaktan ziyade sadece benim düşüncelerimi aktardığım bir monolog şeklinde olacaktır, hülasa münihte olduğumdan zaten pek fazla bu konuları analitik surette münakaşa edebileceğim kişiler namevcut olması sebebiyle Gazinin vefatının seneyi devriyesinde fikirlerimi aktarmak için böyle bir monograf kaleme almayı seçtim. 

Bir lideri büyük yapan olgu nedir? Bu suale benim nacizane cevabım meşruiyet olur. Genel itibariyle bir iktidar mekanizmasının yönettiği kişiler tarafından weberyen tabirle bir meşru şiddet tekeli olduğunun kabul edilmesi, toplumun, bu mekanizmanın formüle ettiği çeşitli normları kabul ederek davranışlarına bunlara göre yön vermesi, bu mekanizmanın en basit tabirle kural koyucu olarak sosyal ve siyasal düzende kabul görmesi; meşruiyet olgusuyla yakından ilintilidir. Tabi James Scott veya Thompson gibi sosyal bilimcilerin çeşitli çalışması toplumun gündelik yaşamında bu meşruiyetin ferdlerin bilinçlerini ne derece etkilediğini fevkalade şekilde gözler önüne serer.[bkz 1] Keza son yıllarda Scott’ın metodolojisini kulanan ve türkiyedeki sosyal tarihi inceleyen çalışmalarda nitel ve nicel bir artışa tanık olmamız, türkiyede akademinin gelişiminin bir indikatörü olarak nitelendirilebilir.[bu metodolojide güzel bir doktora tezi için bkz;2]


Peki bir liderin meşruluğundan kasıt nedir? Weberyan bir bakış açısıyla bakarsak bir liderin meşruiyeti gelenek, rasyonalite ve karizmanın heterojen bir karışımı sonucu şekillenir. [3] Tabi meşruiyet kavramı normatif olarak çift taraflı bir kavramdır. Yani halk ile liderin etkileşimi sonucu şekillenir. Bu özellikler liderde mevcut olsa da belki de halkta herhangi bir meşruiyeti tetiklemeyebilir. Buna rağmen Bu 3 etkeni Atatürkte görmemek elde değildir, evet belki de gelenek bu etmenlerin en zayıf olanıdır; fakat gelenek olarak atfedilen olgudan mekanik şekilde metafiziksel bir anlam çıkarmak yerine Tanzimattan beri şekillenen ve Jön Türk entelijansiyasıyla katmerlenen ılımlı aşkıncı bir devlet geleneği bağlamında yorumlarsak sanıyorum ki bu olgu anlaşılacaktır[4], hülasa zaten kemalist devrim 150 yıllık osmanlı modernleşmesinin en r.dikal ifadesi ve zirvesidir[5]. Rasyonalite ise zaten kemalist ihtilalin mihenk taşıdır, bunun üzerinde önceki makalelerimde yeterince durmuştum; Atatürkün tasavvur ettiği ideal birey kendi kaderine hakim olan, ümmet bilincinden ve yüzlerce yılllık islamist kültürel hegemonyadan kurtulup bir rasyonal birey olma durumuna erişen bir bireydir.[6] Atatürkün tasavvur ettiği toplum, rasyonal, kendi kaderine hakm olduğunu farkında olan toplumdur.[7] Bu Gazinin yeni sosyete söyleminde ifadesini bulur. Kemal Karpat hatta bu temel felsefeyi analiz ederken bu ifadeyi daha da ileri taşır ve şöyle yazar; “Cumhuriyet rejiminin yaratmak istediği yeni birey, rasyonal, din karşıtı, bütün meselelere entellektüel açıdan ve tarafsız yaklaşacak kişiydi”[8] 


Karizmayı incelersek durum burada biraz daha karışık. Weberyan terminolojide karizmatik lider demek takipçlerinin gözünde sıradışı olan lider demektir[9]. Tabi yukarıda sayılan iki etmen Atatürkün vizyonunda her zaman yerini korusa da halk nezdinde bunun meşru bir karşılığının olduğunu söylemek en azından o dönem için biraz yanıltıcı olur. Zira Halkın Tanzimattan beri filizlenen devlet geleneğini içselleştirdiğini iddia etmek güç olabilir, veya rasyonal, hümanist ve modernist bir liderin o dönemki halkta tam anlamıyla yekpare bir legalite uyandırdığını iddia etmek de doğru olmayabilir. Nitekim bu yönde formüle edilen bir önerme; bu dönemdeki patrimonyal nitelikteki kültürel dokuyu gözardı etmiş olur.[bu dönemdeki patrimonyal nitelikteki kültürel yapı için bkz; 10] Max Webere göre ne zaman meşruluk sağlama eyleminde rasyonalite ve politik gelenek başarısız olursa o zaman bu boşluğu doldurmak için karizma ve lider kültü devreye girecektir ve meşruluk bu liderin karizmasıyla sağlanacaktır. Bu sebepten dolayı işte Webere göre bir liderin karizması gelenekten kopuştaki en önemli devrimci silahlardandır.[11]


Tabi çeşitli dönemlerde liderlerin karizmalarının kanlı canlı timsali niteliğindeki büyük liderlik anlatılarına yaklaşırken şüpheli bir tavır takınılmalı. Şüphesiz ki akademik bir tarih yazımı her daim çeşitli dönemlerde ve konjonktürlerde tezahür eden bu büyük liderlik anlatılarına şüpheyle bakma mecburiyetindedir, zira almanca tabirle primar quellelerdeki propaganda payını iyi tefrik etmemiz lazımdır. Tarih yazımı, bir muktedirin iktidarını konsolide etmesi, hatta en azından kültürel olarak iktidarın ve kendi paradigmasının mirasının yaşamından sonra da devam etmesi için başvurulan popüler ve son derece ortodoks enstrümanların başında gelir. Cumhuriyet dönemi gazetelerine baktığımız zaman da işte bu lider anlatısını, bu kültü görmekle beraber esasen Atatürk’ün bu son derece büyük karizmasını farklı bir şekilde de yorumlayabiliriz.

Tabi burada karizmatik liderleri ve karizmayla inşaa edilen meşruiyeti ikiye ayırmak zaruridir. Evet kemalist anlatıda liderlik kültü önemli bir yer tutar.[12] Fakat bu karizma Rustowun da işaret ettiği gibi yapıcı bir karizmadır[bkz; 13]. 20. Yüzyılın karizmatik liderlerini incelersek bunları iki farklı şekilde, iki farklı tip olarak kümelendirebiliriz. Bir taraftaki liderler karizmalarını kendi keyfi yönetimleri için kulllanırken diğer tip karizmatik liderler kendi karizmalarını tam tersine rasyonal ve modern bir devlet mekanizmasını kurumsallaştırmak ve bürokratize etmek için kullanılmış, bu karizmalarını amaç olarak değil bir araç olarak tahayyül etmişlerdir. Cidden Atatürk tüm karizmatik niteliklerine rağmen kişisel yönetimden ve keyfilikten kaçındığı söylenebilir.[14] Tanel demirel bu konuda şöyle yazar;


“Atatürk ve İnönü, kendi kendilerine biçtikleri, topluma nezaret etme örnek olma rolünü ciddiye aldılar. Kendilerinden hesap sorulamasa bile, hesap sorulacakmış gibi davranmaları gerektiğini düşündüler. Rejimin sınırları içinde kalacak bir muhalefetin hem bir denetim hem de muhalefeti raatlama aracı olarak rejimin güçlenmesine hizmet edebileceği de öngörülebilmekteydi. Kişisel zenginleşme, gösterişli tüketim, keyfi şiddet kullanımı gibi diktatörlüklere damgasını vuran özellikler sınırlı kalmıştır.”[15]

Keza Bill ve leiden Atatürkün tüm ortadoğu liderleri arasında keyfi yönetime en az başvuran lider olduğunu yazar. [16]Atatürk bu karizmayı belirli bir amaca doğru yönelirken kullanılacak bir araç olarak algıladı. Amaç ise Devrimlerin konsolide olması ve bu devrimler aracılığıyla da türkiyede özgürlükçü bir demokrasi kurulmasıydı. [bkz: 17]


Peki bu Türk Milleti Atatürkün bu vizyonunu anlayabildi mi, yoksa atatürkn şahsının araçsal olarak yaklaştığı bu yapıcı karizmasını mutlak ve keyfi bir kült haline mi getird? Bu soruya cevabı en iyi şekilde necdet uğur verir; 


“Bu arada çok partili yaşam başladı. Yalnız devrimlerin değil, Atatürk’ün de her türlü eleştirinin dışında tutulması zorunlu görüldü. Politikacılar için Atatürk’ü övmek artık bir çeşit yasal görev olmuştu. Anıtkabir’de hiç yanılmamış, hiçbir özrü ve eksiği olmayan, eşsiz, erişilmez bir üstün insan yatıyordu.

Yıllar geçti. Toplumsal yapı değişti. Halk eskisinin 3 katı çoğaldı, şehirlerde oturmaya başladı; yeni yerlerde yeni ilişkiler içinde yeni ürünler yaratarak yaşar oldu. Köyün dışında olup bitenleri bilmeyenlerin yerini evlerinden dünyada olup bitenleri izleyenler aldılar. Düşündüğünü açıkça söylemek, beğenmediğini korkmadan eleştirmek önce hak oldu, şimdi eğitim oluyor, yarın töre olacak.

Toplumun gerisinde kalanlar, daha doğrusu eski toplum yapısında köklü çıkarları olanlar Atatürk’ün eski toplum yapısına göre, günün koşulları gereğince söylediklerinin bazılarını “değişmez gerçekler” olarak kabul ettirmek istediler.

Önce “erişilmez” yapılan Atatürk, sonraları böylece “anlaşılmaz” hale getirildi.

Artık Atatürk büyük, çok büyük ama uzak, erişilmez, halkın dışında birsoyut kişiliğe bürünüyor. Bir şair Atatürk üzerine bakınız ne diyor:


Soranlar vardı dün:

—Sultan mı Atatürk, Padişah mı?

Soracaklar bir gün:

—Atatürk essah(gerçek)mi?”

[18]


Bir insanı erişilmez ve eleştirilmez olursa o insan, anlaşılmaz hale getirilir. Atatürk bize ne düşünmemiz gerektiğini miras bırakmadı, onun esas mirası asla bu değildir. Onun bize gerçek mirası bize nasıl düşünmemiz gerektiği konusunda yatar. Bu mirasta kısaca akıl ve bilimdir. Tabi çok soyut ve kültleşmiş bir cevap verdiğimi biliyorum, her yerde artiküle edilen bir söylemi rektifiye ediyormuşum gibi geliyor. Ama Celal Şengörün Karl Popperın eleştirel akılcılık teorisiyle bağdaştırdığı Atatürkün miras bıraktığı rasyonalite tam olarak buna işaret eder[19]. 

Mesela bu durumu gazinin en sevdiğim söylevlerinden birisi olan şu cümlelerde bulabiliriz;

“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fenin dışında mürşit aramak gaflettir, dalalettir.” 

İşte bu rönesans avrupası aydınlanması ve hümanizmini andıran hatta bunlardan esinlenen felsefe kemalist ihtilalin çekirdeğini teşkil eder. 


Atatürk dünya tarihinde eşine az rastlanan bir lider, açıkçası nasıl Türkiyeye denk geldi bilmiyorum. Bunu salt mekanik marksist bir determinist metodoloji veya Edward Carr vari salt bir determinizmle (Issiah berlin bu Carr’ın saf determinizmi çok iyi eleştirir ve keza İktisatçı Friedrich von Hayek Kölelik yolu kitabında her ne kadar sanki afişe ediyorcasına(kendisi de bunu kitapta kabul ediyor) yazsa da Carr’ın paradigmasına güzel eleştiriler getirir[bkz; 20]) analiz edebileceğimi düşünmüyorum. Yanlış anlaşılmasın, niyetim olayı metafizikileştirmek falan değil(öyle olsa baya ironik kaçardı, malum yukarıda yazdıklarım ortada), sadece bu aklımdaki bir soru işareti. Hülasa böyle büyük bir lideri bağrından çıkaran bir milletin mevcut durumu, son 60 yıl içinde yaşadıkları bana büyük bir acı vermekte. Gazinin yaptıklarının karşılığı bu olmamalıydı. Bizi ortaçağın skolastik düşüncesinin zifiri karanlığına yeniden götürmek isteyenler mi dersiniz, Gazinin cumhuriyetin göz önünde tuttuğu en temel ilke olan ordunun siyasete karışmaması ilkesini çiğneyen ve kendi tiranlıklarını atatürk imgesiyle meşrulaştırmaya çalışan kendini bilmez, (en hafif tabirle) baas özentisi subay bozuntuları, çapsız siyaset adamları… ve daha nicesi. Fakat bunlar esasen yine de benim kemalizmin tarihsel mirasını gerçekleştireceğine olan umudumu zayıflatmıyor, tam tersine bu tablo benim içimde bir hırs ve heyecan uyandırıyor. Sanıyorum ki bu heyecanın başlıca sebebi kuşaklarca gerçekleştirilemeyen, hayata geçiril(e)meyen Atatürk’ün vizyonunu gerçekleştirme misyonunun benim de mensubu olduğum hürriyetperver Türk gençliğine tevdi edilmiş olmasıdır. Sanıyorum ki sadece bu misyonu taşımanın vereceği onur bana bir ömür boyu yetecektir.


Vefatının 84. Senesinde Büyük Atatürk’ün ve büyük ideallerinin önünde saygıyla eğiliyor ve şahsını rahmetle anıyorum.


Alp Buğdaycı. Münich, Kasım 2022


Kaynakça 1: James Scott, The Domination and the Art of Resistance

Kaynakça 2: Murat Metinsoy, EVERYDAY POLITICS OF ORDINARY PEOPLE:

PUBLIC OPINION, DISSENT, AND RESISTANCE IN EARLY REPUBLICAN TURKEY

1925-1939, 2010

Kaynakça 3: Dankwart Rustow, A World Of Nations, 1967, S. 148-169

Kaynakça 4: Metin Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, 2018, S. 77-89 ;Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, 1993, S. 106-237

Kaynakça 5: Halil İnalcık, Atatürk ve Demokratik Türkiye

Kaynakça 6: Niyazi Berkes, Türkiyede Çağdaşlaşma, 2009, S. 524-551; Halil İnalcık, Atatürk ve Demokratik Türkiye, 2020, s. 35-6 ; Metin Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, 2018, S. 116 

Kaynak 7: Metin Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, 2018, S. 118

Kaynakça 8: Kemal Karpat, 1959, Turkey’s Politics: The Transition to Multi-Party System, S. 54 (şunu eklemeliyim ki burada din karşıtı sıfatına pek katılmıyorum, daha ziyade seküler; dünyevi yaşam ile uhuvi yaşamın arasında tefrik yapmaya muktedir olan bir toplum ifadesi daha isabetli olacaktır.)

Kaynakça 9: Dankwart Rustow, A World Of Nations, 1967, S. 150-165

Kaynakça 10: Mardin, Serif. “Power, Civil Society and Culture in the Ottoman Empire.” Comparative Studies in Society and History 11, no. 3 (1969): 258–81. 

Kaynakça 11: Max Weber, Wirtschaft und Gesellschaft, 1956, S. 214

Kaynakça 12: Tanıl Bora, Cereyanlar, 2017, S. 120-4

Kaynakça 13: Rustow, Dankwart A. “Atatürk as Founder of a State.” Daedalus 97, no. 3 (1968): 793–828.

Kaynakça 14: Metin Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, 2018, S. 111

Kaynakça 15 : Tanel Demirel, Türkiye’nin Uzun On Yılı, 2016, S. 35

Kaynakça 16: James Bill, Carl Leiden, Politics in the middle east, 1979, s. 190

Kaynakça 17: Ahmet Taner Kışlalı, Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi, 2020

Kaynakça 18: Necdet Uğur, İsmet İnönü, 2017, S. 78

Kaynakça 19: Celal Şengör, Dahi Diktatör, 2015, S. 12-26

Kaynakça 20: Friedrich von Hayek, Kölelik Yolu, 2015, S. 237-41

Yorumlar

  1. Bugün maalesef Türkiye'de Kemalist devrimi anlayamamış, Atatürk'ün fikirlerini ve idealini anlayamamış ve Atatürk'ü bir birey olarak değil kültleştirilmiş bir tanrı olarak görenler kendisini Kemalist olarak tanımlıyor. Postal yalayıcılar, gericiler, Atatürk'ün ötesine geçemeyenler... Say say bitmez. Atatürk; benden sonra benden daha iyi işler yapın, ülkeyi muasır medeniyetler seviyesine çıkartın, benim sözüm bilimle çelişirse bilimi seçin diyor. Her daim ilericiliği teşvik ediyor. Ancak kendisine sözde kemalist diyenler memleketi Atatürk'ün idealine ulaştırmak için atılan adımları "ama atatürk zamanında boyle yapmadı ki onun yaptıkları dışında başka bir şey yapmayalım" ya da "ilke ve inkılaplara aykırı hayir olmaz" falan diyorlar. Bir de utanmadan darbe övücülüğü falan yapıp postal yalıyorlar. Atatürk her daim ordunun siyasetten ayrılmasını istemiştir. Hatta Cumhurbaşkanı olurken bile bütün askeri görevlerinden istifa edip sivilleşmiştir. Bunu İnönü'de yapmıştır. Ancak gelin görün ki kendisine kemalistim diyen sözde yaratıklar bugün askeri yönetim isteyip halkın iradesini ve demokrasiyi reddediyorlar. Oysa ki Atatürk, memleketin mutlak yönetimliğini halkın egemenliğine bırakmıştır. Bu devlet iki üç avanak askerin değil, bizzat halkındır. Bu devlet sahipsiz değil ve postalcıların elinde bulunamaz. Yazın çok güzel. Kendisine kemalistim diyenlerin %10'u senin gibi düşünseydi bugün ülkemiz muasır medeniyetler seviyesine ulaşırdı. Eline, kalemine ve emeğine sağlık. Umarım bir gün Atatürk'ten daha iyi olur ve onun başardığı işlerin daha iyisini başarırız.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder