29 Ekim Üzerine Düşünceler

 Esas itibariyle cumhuriyetçilik bence Kemalist Devrimin en önemli prensipini teşkil eder. 19. Yüzyıl Osmanlı modernleşmesinde veya Jön Türkler’de Milliyetçiliği, Halkçılığı(solidarizm), kısmi bir devletçi anlayışı görebilirsiniz. [bkz; Zafer Toprak, Kurucu Felsefe’nin Evriminde Solidarizm Kısmı] Laiklikleşme hamlesi de esas itibariyle 1839 ile başlamıştı[bkz; İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı/ Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, S. 69–162]. Tabi Kemalist ihtilal bu hamleleri daha başarılı ve radikal şekilde ifâ ederek başarıya ulaştı ki İnalcık hocanın da yazdığı gibi kemalizm 200 yıllık türk modernleşmesinin en radikal ifadesidir.  Fakat işte asıl kemalizmi kemalizm yapan olgu, onu tüm diğer seleflerinden ayıran şey cumhuriyetçilikti. Kemalist devrimden önce kolay kolay cumhuriyetçilik akımına tam anlamıyla rastlayamayız, evet tüzel kişiler vardır; ama bu son derece marjinal olarak kalmıştır. Kemalizmin asıl Jön Türklerden kendini ayırt eden prensipi cumhuriyetçiliktir. Bu çok önemlidir zira, Atatürk’’ün siyasal hayatta olmazsa olmazım dediği iki ilke laiklik ve cumhuriyetçiliktir. Cumhuriyetçilik, yönetici elit tarafından bir koyun olarak görülen halkın, egaliteryen bir sosyal düzenine kavuşması, kendi mukedderatına(kaderine) haiz olması; aydınlanmacı düşüncenin o modernist tözünü iliklerine kadar hissedip kendisinin bir birey olduğunu farkına varması  anlamına gelir.(osmanlı modernleşmesinin normatif değerleri bu değildi; bunun hakkında Metin Heper, The state tradition in turkey çalışması mükemmel bir analiz sunar, keza Şerif Mardin’in Türk Modernleşmesi kitabına da bakılabilir) Mesela Şerif Mardin şöyle yazar;


“Atatürk’ün kendi devrinde parlamentarizme karşı bizzat Batı’da şekillenen tepkiye ve f.şizmin ve komünizmin gelişmesine rağmen, sistematik bir seçkincilik veya “halk diktatörlüğü”nden kaçınan bir toplum anlayışına sahip olması dikkate değer. Bu noktada Atatürk’ün orjinal vurgusunu bulmak mümkündür. O da Atatürk’ün temel optimizmi ve onun arkasında yatan “kişi onuru” kavramıdır. Bireyin kendi başına, toplumdan ayrı bir meşruiyet kaynağı oluşturabileceği Jön Türklerde arka plana atılmış yabancı bir özlem olarak görülür. (Atatürk’ün) İttihat ve Terakki’nin aydınlık devri fikirlerinden kesinlikle ayrılan yönü burada belirir. Atatürk’ün derin yapısal vurgusu, bireyin birey olarak  bir toplumsal meşruiyet kaynağı oluşturduğu şeklinde formelleştirilmiş bir inançtır. Atatürk’ün bazen (İsmet İnönü ile şahsı bir mülakattan) “özel girişimci” olarak nitelendirilmesinin nedeni bu eğilimdir. Konuyu bir başka açıdan ele alarsak İslâm medeniyetinde, kişi onuru, ilahi varlığın karşısında ya da devlet ve toplum karşısında davranış meşrulaştırıcısı olarak değerini yitirir. Batı’nın 18. Yüzyıl düşüncesinin en genel çizgisinde böyle bir yitirilme söz konusu değildir. Birey egemendir. Atatürk’ü bu açıdan Batı’nın temel değerlerinin bu kişisel “onur” anlayışıyla ne kadar köklü bür şekilde bağlantılı olduğunu sezen, Batılılığı  bu anlamda “ilerleme” sayan orjinal bir düşünür olarak görebiliriz.”


Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, S. 17-18


İşte esas itibariyle cumhuriyetçilik akımının öngördüğü egaliteryen düzenin fikri de bireyin kendi başına bir meşruiyet temeli oluşturmasıdır. Bunu en net şekilde Cumhuriyetçilik akımının babası Thomas Jefferson’ın yazılarına görebiliriz.[Atatürk ile Jefferson’ın düşüncelerinin benzerliğini gösteren güzel bir çalışma için bkz; Garret Ward Sheldon, Atatürk ve Jefferson’ın Siyasi Felsefeleri] Bu düpedüz bir hümanizm akımının kanlı canlı misalidir. [Bkz; Suat Sinanoğlu; Türk Hümanizmi 3 Cilt] Cumhuriyetçilik demek; kayıtsız şartsız halkın egemenliği anlamına gelir. Bu egemenlik sadece siyasal bir egemenlik değildir; zihinsel ve kültürel bir egemenliktir de, Hülâsa Kemalist İhtilalin en temel amaçlarından birisi ; bireyin üstündeki teokratik kültürel hegemonyanın kırılması ve Bülent Tanör Hocanın da dediği gibi Rejimin en temel prensiplerinden birisi olarak pozitif bilime dayalı evrensel değerleri kabul edilmesidir.

[Bülent Tanör,  Osmanlı- Türk Anayasal Gelişmeleri, S. 321]

Kemalist rejim, Osmanlı toplumuna hâkim mukadderatçılık ve kadercilik söylemine karşın sivil toplumun ön koşullarının oluşturan “insanın kendi mukedderatına(kaderine) hakim olabileceği” fikrini feslefi temel alarak “birey”in gelişimine olanak sağlamış ve toplumsal düzende irrasyonal ve gerici dünya görüşlerini temsil eden Ümmetçi ve feodal kişi, norm ve kıralların tasfiye edilmesini sağlamış veya en azından bunları başarmaya çabalamıştır. İşte bu çabanın arkasında yatan temel saik, yani; bireyin kendi başına bir meşruiyet temeli oluşturması ve kendi kaderinin yegane tayin edicisi olduğu yönündeki o güçlü inanç; Cumhuriyetçilik akımının temel felsefesidir.


Cumhuriyetimizin 99. Yılında başta Büyük Gâzi ve İsmet Paşa olmak üzere tüm silah arkadaşları ve türk aydınlanmasına katkı sunmuş tüm herkesi saygı ve sevgiyle anıyorum. Şunu da ifade etmek isteriz ki; inancını ve ilhamını Gâzi’den ve onun büyük vizyonundan alan kemalist türk gençliğinin cumhuriyetimizi layık olduğu yere; özgürlükçü demokrasiye götüreceği konusunda hiçbir şüphem de yoktur. Hülâsa bu kemalizmin kaçınılmaz kaderidir. Akademide birkaç aydının şımarıklığı sonucu ortaya çıkan Post-Kemalist akımın artık sonu görülmeye başladı(hatta çoktan görüldü! [Bkz; İlker Aytürk’ün Post-Post kemalizm makalesi]); bunun yerine yeniden hem siyasal hem de kültürel açıdan kemalizmin yükselişini kaçınılmaz olarak atfediyorum.


Münich, Ekim 2022

Yorumlar