Cumhuriyet Dönemi Kamu/ Özel Yatırımları ve Genel Politikaları

 Cumhuriyet Dönemi Kamu/ Özel Yatırımları ve Genel Politikaları

Cumhuriyet dönemi ekonomisini anlamanın bir diğer bir yolu yatırımların Kamu ve Özel sektöre dağılımlarını incelemekten geçer. Bu bizi ideolojik münakaşalardan ziyade somut ampirik bir tablo sunar. 

1928 yılında Gayri Safi Yurt İçi Hasıla içerisindeki yatırımlar yüzde 11’e kadar çıkmıştır, bunun yüzde 8’i özel sektöre, yüzde 3’ü ise devlete aitti.[Şevket Pamuk, Türkiyenin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, S.189] Bu yüzde 3 kamu yatırımlarının da nerdeyse tamamı Ulaşım, Sağlık, Eğitim… gibi tipik sosyal devlet harcamalarıydı. Yani bu dönemde Yatırımlarda Özel sektörün ezici çoğunluğu net bir biçimde görülmektedir, aynı şekilde bu dönemde Sanayileşme görevi de Özel sektöre devredilir. Bunun en tipik örneği ise Teşvik-i Sanayi Kanunudur.  

Özetle:

“Ağırlıklı olarak genel politika; özel sektörü yatırım yapmaya yöneltmek ve bu konuda girişimciye destek vermek şeklindeydi.”[Hüseyin Yücel, Cumhuriyet Ekonomisinin Kuruluşu ve Gelişimi, S. 74]

Şunu da belirtmek gerek, Türkiye hükümeti iktisadi faaliyetlerde gelişmişliğin temel indiktatörü olarak Sanayileşme oranını kullanmış ve sanayileşmenin modern iktisadi yaşamın kaçınılmaz bir sonucu olacağını savunmuştır, bu dönemde ağır sanayinin özel sektörce yavaş gelişmesi yüzünden İsmet İnönü gibi devlet adamları planlı kalkınmada ısrar etmişlerdir, halbuki bu da aslında çok güvenilir bir gösterge değildir, zira o zaman karşımıza Zellanda gibi zirai ekonomiye dayanan ülkeler çıkmaktadır. Halil İnalcık Hoca Japonya-Türkiye Modernleşmesi adında 1962 yılında New York’ta katıldığı konferansta endüstrileşme/sanayileşmenin konferansta modernizasyon ve modern iktisadi yaşamın kanıtı olarak sayılmadığını aktarır:

“Endüstrileşmenin modernizasyona götüren başlıca amil olduğu fikri itrazla karşılandı.(Zellanda gibi zirai ekonomiye dayanan cemiyetlerin pekâlâ modern sayıldığı kaydedildi)”[Halil İnalcık, “Türkiye ve Japonya’nın Siyasi Modernleşmesi” Üzerine Bir Konferans adlı makalesi]

Fakat 1923-1930’a bakınca aslında bu dönemim başarılı sayılabileceğini, ve sadece sanayileşme oranına bakmanın bizi yanıltabileceğini Akademik çalışmalar açık bir şekilde karşımıza koymuştur. Aslında bu dönem Ankara’yı bu yüzden suçlamak da pek hakaniyetli olmazdı zira Gayri Safi Yurt İçi Milli Hasıla, 1937 yılında Amerikan Ekonomistler tarafından formüle edilmiş ve 1945 yılında Ekonomik gelişimin en temel indikatörü olarak Bretton Woods Konferansında popüleritesini kazanmıştır. Bu dönem Ankara’nın elinde bakabileceği bir gayri safi yurt içi hasıla verisi maalesef yoktu, fakat bugün hesaplanan verilere göre bu dönemde 1923-1930 yılında ortalama yüzde 9.5 büyüme olduğu gözler önüne serilmektedir. 

Büyük Buhran ve ağır sanayide beklenen gelişmelerin olmamasından dolayı Ankara 1930 sonrası daha karma bir ekonomiye kaymıştır. Bu dönemki yatırımlar ise şöyledir:

1930’lu yıllarda özel yatırımların GSYH’ya oranı yüzde 5’e inerken, devlet kesiminin yatırımları, GSYH’ya oranı yüzde 5’e ulaştı. Bu oranlar Dünya Bunalımı koşullarında özel sektörü karşılandığını gösteriyor. Devlet kesiminin yatırımlarının yarıdan fazlası demiryolları, diğer ulaştırma projeleri, sosyal yatırımlara ayrılırken toplam devlet yatırımlarının sadece 4’te 1’i Sanayileşme ve planlı kalkınmaya ayrılmıştır.[Yahya Sezai Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, S. 233-237] 


İstatistiklerden söyleyebiliriz ki 1930 sonrası aslında tam anlamıyla katıksız bir karma ekonomi olmakla beraber Ağır Sanayileşme için yapılan Planlı Ekonominin Gayri Safi Yurt İçi Hasıla içindeki oranına bakılarak Sovyet Planlı Kalkınması ile pek bir alakası olmadığı gözlemlenebilir.

İstiklal Yaşar Vural “Atatürk Dönemi Mali Politikaları: Liberal İktisattan Karma Ekonomiye” adlı akademik çalışmasında da bu dönemi(1930-1939) “Milli Karma Ekonomi” olarak tanımlar.

Aynı şekilde Şevket Pamuk 1939 yılında gelindiğinde imalat sanayi ve madencilik dallarında faaliyette bulunan devlet kuruluşlarının sayısının 20’yi geçmediğini ve bu sektörlerdeki toplam iş gücünün yalnızca yüzde 10’unun(60+ bin kişi) devlet tarafından istihdam edildiğini ifade eder.[Şevket Pamuk, Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, S. 190]Bu bağlamda Şevket Pamuk şöyle bir sonuca varır: “ekonominin güçlü sayılabilecek büyüme performansını sanayi sektöründeki devlet kuruluşlarının kendi başlarına yarattıklarını söylemek doğru değildir.”[Şevket Pamuk, A.G.E, S. 190] Son olarak şunu da aktarmak isteriz o dönem 1. eşden Türk Ekonomisini inceleyen Amerikan İktisatçı Max Weston Thornburg “Türkiye’de gördüğümüz şey planlı ekonomiye değil, sermayenin çoğunun hükümetçe sağlanması…”[Max Weston Thornburg, Turkey an Economic Appriasal, S. 89 ve Bernard Lewis, The Emergence of Modern Turkey, S. 385] demektedir. İşte bu sebeplerden dolayı da 1930 sonrası Ekonomi Politikalarının ne tam Liberal ne de tam Devletçi olarak nitelemek yanıltıcı olacaktır, aslında bu yüzden de Gâzi Mustafa Kemal Atatürk, 1935 İzmir Enternasyonal Fuarında, ekonomi politikalarını “Ilımlı Devletçilik olarak tanımlamıştır. 

Özetle, Yatırım verilerine bakarak 1923-1930 arasında açık bir şekilde özel teşebbüsün öne çıktığını bu sırada da devletin Sosyal devlet harcamalarını(savaş sonrası doğal olarak) ihmal etmediği bir Sosyal Liberal olarak tanımlanabilecek politikalar olduğu ve 1930 sonrası da daha Karma Ekonomi Politikalarının ve “ılımlı devletçi” politikaların ağır bastığını söylemek isabetli olacaktır.


Alp Buğdaycı, Temmuz, 2021

Yorumlar

  1. güzel makaleler agam yolun açık olsun https://omerfaa.blogspot.com/

    YanıtlaSil

Yorum Gönder