Adam Smith ve Ulusların Zenginliği

 Adam Smith, modern iktisatın, kapitalizmin ve ekonomi felsefesinin babası olarak kabul edilmektedir. “Ulusların Zenginliği” adlı kitabı ise ilk modern iktisat kitabı olarak kabul edilmektedir. Zira bugünün uluslararası piyasasının, makro/mikro ekonominin temelleri bu kitap ile oluşmuştur. Smith aslında bir ahlak felsefecisidir ve bu Kapital üzerine genelleştirilmiş meta sistemi kuramını ise bu ahlakçı filozof perspektifi ile aktarmıştır, kitabında bunu birçok yerde görebiliriz biraz sonra bu önermemi açılığa kavuşturacağım. Bu 1094 sayfalı kitabın tamamını analiz etmeye kalksam aylarca süreceği için sadece temel noktalarını baz alacağım. Öncelikle modern ekonomi felsefesi adı altındaki şeyin nasıl çıktığına bakalım, aslında ekonomi felsefesi Smith’den önce de vardı. İlkel-liberaller olarak adlandırabileceğimiz fizyokrat öğreti ekonomi felsefesini başlatır fakat onlar daha ilkel daha çok bir çiftçi bakış açısıyla ticareti yorumladıkları için Smith başlangıç kabul edilir. Mesela örneğin bakkala ya da markete gittiğinizde avakado muzdan neden daha pahalı olduğunu hiç merak ettiniz mi ya da muz neden elmadan pahalı? İşte ekonomi felsefesi de tam buradan ortaya çıkar. Smith kitabında; “metalar neye göre fiyatlandırılır?” Sorusuna cevap arar. Adam Smith fiyatları 2 türe ayırır; 1. Doğal fiyat, 2. Piyasa fiyatı. Adam Smith, doğal fiyatın bir meta imalatı sırasında harcanan emeğe eş değer olduğunu öne sürerek emek-değer kuramını oluşturur. Yani bir malın fiyatı onun üzerinde harcanan emektir.(Tabi smith’e göre zira bu teori çürütülmüştür karl menger, Bawerk ve neoklasik iktisatçılar tarafından ortaya atılmış olan, subjektif değer teorisi ve marjinal fayda teorisi neo-keynesyen, monetaristler ve avusturyan iktisat okulunda kabul görür zira,doğal fiyatın insanın aldığı fayda hissine göre değiştiği, değerin insanın aldığı tatmin hisine göre değişeceği için subjektif olduğu varsayılır,tabi Adam Smith’nin bunu 1776 yılında fizyokrat kökenli bir ahlak felsefecisinin düşünmesine pek imkan yoktu;) )Adam Smith’in 2. Fiyat türü ise piyasa fiyatıdır, peki bu nasıl belirlenir? İşte Adam Smith burada devrim gibi ve iktisat dünyasının temelini oluşturacak teorisini öne sürer; “Arz ve talep”. Arz talep ilişkisi tam anlamıyla modern ekonominin piyasaların direğidir, klasik keynesi, neo-liberal monetaristi, anarko kapitalisti, neo-klasiki, post-keynesi… hepsi bu teori üzerinden piyasalara bakarlar. Arz(supply) piyasaya sunulan meta, talep ise ona olan taleptir. Adam Smith piyasadaki talebi ise ikiye ayırır: Fiili talep(effektiv talep) ve Mutlak talep(irreal talep). Mutlak talep fakir bir bireyin ferarri araba ya da orta altı bir gelirli adamın Dow jones hissesi almak istemesi gibi bir şeydir. Bu bireylerin bu taleplerini karşılayacak imkanları olmadığından bu bir hayali dilektir ve piyasa üstünde bir etkisi olmaz. Bunu Adam Smith şöyle açıklar: “Belirli bir metanın piyasa fiyatını, fiilen piyasaya sunulan miktar ile o metanın doğal fiyatını, yani metayı pazara getirmek için gereken tüm emek, rant ve kâr değerlerini ödeyip o metayı almaya istekli kişilerin arasındaki oran düzenler. Böylesi kişilere fiili talep(effektiv) denebilir zira bu talep metanın pazara gelmesi için yeterlidir. Bu mutlak(irreal) talepten farklıdır. Çok yoksul bir kişinin, altı atın çektiği bir altın araba talebinin olması gibi bir olaydır. Bu kişi öyle bir araba sahibi olmaktan hoşlanabilir ama onun talebi fiili talep değildir çünkü söz konusu meta bu irreal isteği doyurmak için hiçbir zaman pazara sunulmaz.”(VII. Bölüm, sayfa 35) Şimdi arz talebe tekrar dönelim. Yukarıda belirttiğim gibi Arz-talep ilişkisinin oranı bir metanın pazardaki fiyatını belirler. Şimdi de daha iyi anlamınız için basit bir örnekle anlatayım, elimizde 5 tane bardak var ve bunları 5 liraya maal ettik(doğal fiyat) ve 7 liraya satacağım, 2 tanesi 7 liradan satıldı bu yüzden benim arzım, piyasaya sunduğum meta fiili talebin altında kaldı çünkü 3 bardak hala elimde. Bu durumda daha az kâr etmek pahasına fiyatları 1 lira indiriyorum böylece bunları daha isteksiz kişilere de satıyorum. Aynı şekilde dövizin ya da borsa kağıtlarının artıp azalma nedeni de bu belirttiğim arz talep ilişkisidir. Arzın fiyatı artarsa talep düşer, talep artarsa arzın yükselir. Adam Smith, sermayenin, ulusların zenginliğini ve refahını arttıran en büyük faktör olduğunu öne sürer. Adam Smith, sermayenin kaynağının da tasarruf olduğunu belirtir, Karl Marx’ın da üretim ilişkilerine ve sermaye birikiminin oluşma süreci üzerine eleştirisi ise tam olarak buradan doğar. Neyse Marksizm bambaşka bir konu, şimdi girmeyelim.

 

 

         Adam Smith emeği ikiye ayırır: üretken emek, üretken olmayan emek. Üretken emek bir katma değer yaratır, üzerine yatırılan sermayeyi arttırır ; Üretken emek ve üretken olmayan emek. Üretken Emek üstüne harcanan sermayenin değerine, +değer ekler, yani;Sermaye+üretken emek=Sermaye+değer. Üretken olmayan emek ise fazladan bir değer katmaz, yatırımı arttırmaz. Örneğin bir fabrika işçisi veya bir imalatçı üretken emektir, çünkü emeğiyle bir artı değer üretir ve böylece üstüne harcanan yatırımı, sermayeyi arttırır. İmalat işçisi ücretini işvereninden almasına rağmen aslında hiçbir masraf getirmez; İmalat işçisi ücretini işvereninden almasına karşılığında ürettiği meta ile daha fazlasını işverenine geri verir. Fakat üretken olmayan bir çalışan; örneğin bir hizmetçi, üzerine harcanan o masrafı asla geri kazandırmaz. Birçok işveren çok sayıda işçi çalışarak zenginleşir fakat çok sayıda hizmetçi çalıştırarak fakirleşir. İşte ekonomik büyüme ve hasıla da bu üretken emeğin sonucudur. Adam Smith, ayrıca kitapta bir merkantalizm eleştirisi getirir. Merkantalizm, ulusların zenginliğinin hazinede bulunan altın miktarına bağlı olduğuna inanıldığı bir sistemdir, bu yüzden altın biriktirmek üzerine kuruludur. Ayrıca Merkantalizmde iki madde dışında ithalat yasaktır; Hammadde ve işgücü. Devletin serbest piyasaya müdahalesi ise pazarı daraltmaktan ve tekelleşme oluşturmaktan başka bir şey yapmaz. Fakat Adam Smith için 1 tane istisna vardır; Savunma. Savunma ve askeri konular söz konusu olduğunda devletin piyasaya müdahale edebilmesi gerektiğini söyler. Bu yüzden o zaman Fransa’ya karşı getirilen ticaret yasağını, Deniz seyrüsefer yasasını şöyle destekler: “Bununla birlikte, savunma konusu zenginlikten çok daha önemli olduğu için deniz seyrüsefer yasası İngiltere’de getirilen tüm ticari kısıtlamaların belki de en zekice olanıdır.”(Sayfa 152)

 

Alp Buğdaycı, Aralık 2020

Yorumlar